Dergiden Seçmeler

ÇEVRE / BAŞYAZI
Prof. Dr. Ali ERBAŞ / Diyanet İşleri Başkanı

Bir ölçü ve gaye ile en güzel şekilde yaratılan insan, varlık âleminin öznesidir. İnsanı, yaratılmışlar içerisinde etkin ve merkezi konuma yerleştiren özelliği ise kendisi, Rabbi ve dış dünya ile ilişkilerinde yüklendiği misyondur. Bu anlamda insanın yaratılış gayesini, kulluk ilişkisini ve insani vasıflarını belirginleştiren ana mecra, onun çevre ile etkileşimi ve iletişimidir.

Mutlak anlamda dış dünyadaki canlı cansız, hareketli hareketsiz bütün unsurları ifade eden çevre kavramı, temel olarak sosyal ve ekolojik çevre olmak üzere iki boyutta ele alınmalıdır. İnsanların birbiriyle kurduğu sosyal/kültürel ilişkilerin vasıf ve boyutlarını ifade eden sosyal çevreyi ve insanın fizik dünya ile ilişkisini ortaya koyan ekolojik çevreyi anlamlı kılan önemli değerler ve ilkeler vardır. Özellikle inananlar açısından bakıldığında, her iki boyutta insan-çevre ilişkisinde vazgeçilmesi mümkün olmayan; sorumluluk, emanet, güzel ahlak ve salih amel olmak üzere dört temel değer ölçütü vardır.

Göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından bir lütuf olarak insanoğluna musahhar kılan Rabbimiz (Casiye, 45/13.), ona nimetlerinin karşılığı, kulluğun gereği ve huzurlu/güvenli bir hayatın teminatı olarak yeryüzünü ıslah, inşa ve imar etme sorumluluğunu yüklemiştir. Elbette insan, kendisine bahşedilen hayatın içerisinde sınırsız ve gelişigüzel tasarruf hakkına sahip değildir. Nitekim Allah Teala varlığının delili olarak, insana emanet bırakılan imkânların bir gün tükenip yok olabileceğini haber vermektedir. (Mülk, 67/30.) Haddi zatında bütün unsurlarıyla çevre, Yüce Allah tarafından Kur'an'ın fermanıyla insana emanet edilmiştir. (Ahzab, 33/72.) Bu itibarla, insan-çevre ilişkisinde en üst ve belirleyici yaklaşım, emanet bilincidir. Dolayısıyla, insanın özgür iradesini ve hür tercihlerini ifade eden özgürlük kavramı, sorumluluk ahlakı ve emanet bilinciyle beraber düşünülmeli, özellikle özgürlüğün başkasının hakları ve varlık alanıyla sınırlı olduğu unutulmamalıdır. Ne yazık ki günümüzde, aşırı bireysellik düşüncesi ve geçici menfaatler uğruna çevreye yönelik, yarınları düşünmeden sorumsuz, umarsız ve hoyratça bir yaklaşım biçiminin varlığını müşahede etmekteyiz. Eğer insanoğlu, söz konusu tamahkâr yaklaşımından vazgeçip, çevreyle ilişkisini makul ve ölçülü bir denge ekseninde düzenlemezse, kendisini de helak edecek büyük bir yıkımın ve son tahlilde külli bir tahribatın yaşanacağı kaçınılmazdır.

İnsana takva ölçüsüyle yaklaşarak çevresiyle ilişkilerini tanzim eden İslam dini, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) güzel ahlak olarak tanımladığı iyiliği (Müslim, Birr ve Sıla, 5; Tirmizi, Zühd, 52.), her şart ve durumda merkeze almıştır. Allah'ın Rahman sıfatının bir tecellisi olarak merhametin kaynaklık ettiği bu ahlaki yaklaşım, insan-çevre/iç dünya-dış dünya dengesini kuracak yegâne ölçüdür. Bu doğrultuda, Allah Rasulü'nün; “Yerde olanlara merhamet edin ki, gökte olanlar da size merhamet etsinler." (Tirmizi, Birr ve's-sıla, 16.) hadis-i şerifi, ideal dünya düzenini temin eden önemli bir tavsiyedir. Nitekim İmam Gazali'nin; “Ahlak, nefiste iyice yerleşen bir melekedir ki, fiil ve davranışlar fikrî bir zorlamaya ihtiyaç duymadan bu meleke sayesinde kolaylıkla ortaya çıkar." (Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî, İhyâu Ulûmi'd-dîn, Dâru'l-ma'rife, Beyrut, t.y., III, 53.) şeklinde tanımladığı ahlak, olması gereken ideal düzeyi, bir iç disiplin ve kendiliğinden bir davranış biçimi olarak ortaya koymaktadır. Buna muhalif bir yönelim ise yeryüzünü fesada uğratıp, insan-âlem ilişkisini derinden sarsacaktır.

Kur'an'da en genel anlamıyla “salih amel" olarak karşılık bulan güzel davranışlar, dinimizin önem verdiği değerlerdir. Bu eylemleri yaşanır boyuta taşıyan Hz. Peygamber; iyi insanı, başkalarına faydalı olup güzel davranış sergileyen kimse olarak ifade ederken (Tirmizi, Zühd, 21.), insan-çevre münasebetinde, yolda insanlara eziyet veren şeylerin kaldırılmasını da “sadaka" olarak ifade etmiştir. (Müslim, İman, 12.) Yine Allah Rasulü'nün bu bağlamdaki; “Müslüman, bir ağaç diker yahut ekin eker de ondan kuş, insan veya hayvan yerse, bunlar onun için sadaka olur." (Buhari, Müzâraa, 41; Müslim, Müsâkât, 2.) hadisi, insanların istifade ettiği doğal çevre ile ilgili yaklaşımın uhrevi neticesini ortaya koyan mühim bir referanstır. Zira yeryüzünde insandan sadır olan müspet/menfi her türlü davranışın karşılığının verileceği nihai karar mercii, hiç şüphesiz ahirettir. Bu sebeple, insan-çevre ilişkisinin nirengi noktasını teşkil eden ahiret inanışı, söz konusu bilincin yerleşmesi açısından vazgeçilmez bir boyuttur. Diğer taraftan sözü edilen münasebeti, tevhide dayalı sahih ve muhkem bir inançtan bağımsız düşünmek de mümkün değildir. Zira sağlam bir iman, eşya ve hadiseye müstakim bakış açısını zorunlu kılmaktadır.

Topraktan yaratılan insanın, esası yine toprak olan diğer bütün varlıklara karşı bencilce ve ötekileştirici bir tutumu benimsemesi, her şeyden önce özündeki salim fıtratı zedelemekte,  kendisine yabancılaşmasına ve varoluşun hakikatine dair anlam krizlerine neden olmaktadır. Günümüzdeki birçok problemin altında yatan ana sebep, ancak içinde yaşadığı çevreyle anlam ve değer kazanan insanın, etrafına karşı gösterdiği duyarsızlık ve yabancılaşmadır.

Bu meyanda, özellikle son asırlarda üretim ve tüketim dengesine dair pek çok teori ve pratik çalışmaya rağmen, bir taraftan çılgınlık seviyesine varan tüketim anlayışı ve korkunç bir israf, diğer yandan da küresel bir açlık sorununun varlığı da aşikârdır. Aynı şekilde artık herkesin yakinen hissettiği küresel bir çevre sorunu olarak havanın, suyun, toprağın kirletilmesi, atmosferin zedelenmesi, iklimsel değişiklikler vb. tezahürler, yaklaşan felaketin açık habercisidir. Dolayısıyla sözü edilen olumsuz tablo, insan-teknoloji-çevre ilişkisini sorumluluk, emanet, güzel ahlak ve salih amel bağlamında yeniden gözden geçirmenin elzem olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. Aksi takdirde yaşanacak çevresel krizlerin, küresel ifsat ve israfın, yaşadığımız dünyayı topyekûn kaos ve kargaşaya sürüklemesi kaçınılmazdır. O hâlde kuşanılması gereken ahlaki tutum, farkında olduğumuz/olmadığımız nimetlere zarar vermeden bütüncül bir yaklaşım ve bunları bize sunan Rabbimize devamlı bir şükür olmalıdır.

Sonuç olarak, yeryüzündeki her şeye karşı merhameti kuşanıp çevreye karşı sorumlu ve duyarlı bir ahlakı yaşayarak dünyamızın daha yaşanabilir hâle gelmesini ve iyilik yolunda yaşadığımız bir hayatın ahiretimizi mamur etmesini temenni ediyor, bu konuda yardımını bizden esirgemeyerek, aklımıza istikamet, kalbimize muhabbet, ufkumuza aydınlık vermesini Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.​


​​​​​​