Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in Diyanet Aylık Dergi Kasım 2016 sayısında yayımlanan başmakalesi.
Prof. Dr. Mehmet Görmez
Diyanet İşleri Başkanı
İMAN, mümin, eman ve emniyet kavramları aynı kökten gelir ve birbirinden ayrı düşünülmez. Bugün, müminler arasında meydana gelen fitne ve tefrikanın temelinde insanoğlunun var oluş gayesini kaybetmesi ve varlığının anlamını yitirmesi yatmaktadır. Bununla birlikte yaşanan fitne hareketlerinde insanoğlunun birbirini anlamaması, selam ve emanı bozması, aralarındaki tefrikanın derinleşmesi ve bunun yeni bir gerilim hattına taşınmasının yanında, İslam toplumları üzerinde gerçekleştirilmek istenen siyasal mühendisliklerin payını da göz ardı etmemek gerekir.
İslam dünyasını çepeçevre kuşatan kötülükler, dinin rahmetinin tüm insanlığa ulaşmasına engel olmaktadır. Yanlış "dinî akımlar", şiddet ve tedhiş üreten "tekfirci ideolojiler" ve "dini istismar" eden hareketlerin dinimize, medeniyetimize ve coğrafyamıza verdiği zararlar neticesinde cinayetten daha beter olarak tavsif edilen fitne hareketleri toplumun tüm kesimlerini kuşatmaktadır. Fitne, sadece toplumda şiddet, tedhiş ve korku üretmekle kalmamakta, aynı zamanda birlikte yaşayan milletlerin kalplerinin, gönüllerinin parçalanmasına; birlik ve beraberliğinin bozulmasına neden olmaktadır. Fitne, insanların onurlarını, şeref ve haysiyetlerini zedelediği gibi zihni, gönlü ve dili de kirletmektedir. İnsanları birbirine düşürmek için çalışanlar sadece şeytanın amacını kolaylaştırmakta, toplumu ve hatta insanlık ailesini tarumar etmektedir.
Hiç şüphesiz fitne ve bozgunculuk, bütün müminler için en büyük imtihandır. Nitekim Rasul-i Ekrem'in (s.a.s.) Medine'sinde Müslümanlar, birlik ve beraberliği yok etmeye, huzur ve asayişi ortadan kaldırmaya yönelik her girişimi fitne olarak değerlendirmişlerdir. Tevhit ve nübüvvet etrafında şekillenen ilk İslam toplumunun varlık tasavvurunu bozmaya yönelik her türlü hile ve desise fitne olarak isimlendirilmiş ve en çetin mücadele nifak hareketleriyle ilgili olmuştur. Hatta Rasul-i Ekrem (s.a.s.) Medine'de nifak hareketlerinin odağı hâline gelen Mescid-i Dırar'ı bundan dolayı yıktırmıştır. Her mümin, fitnenin ortadan kaldırılması ve dinin sadece Allah'a has kılınması için âdeta seferberliğe davet edilmiş ve ümmetin birliğinin olmazsa olmazları arasında kardeşlik ahlakı ve hukukunun tesis edilmesi esas kabul edilmiştir.
Bugün Müslümanların izzet ve onuru tarihte hiç olmadığı kadar yerle yeksan edilmiş, en acısı da bu tahribat yine Müslümanların eliyle yapılmıştır. Etnik, kültürel ya da mezhebi gerekçelerle yaratılış gaye ve hikmetini hiçe sayan bir anlayışla ortaya çıkan çatışma ve çekişmeler ne yazık ki Müslümanları fitne hareketleriyle yüz yüze bırakmıştır.
İslam dünyasının içinden geçmekte olduğu bu zorlu süreçle birlikte ülkemizde de 15 Temmuz'da hain bir işgal ve kanlı bir darbe girişimi yaşanmış, aziz milletimizin vakur duruşu ve kararlı mücadelesi sonucunda tarihimizin en büyük badirelerinden biri atlatılmıştır. Yıllarca milletimizin fertleri arasına fitne ve nifak tohumları ekmeye çalışan, 15 Temmuz'da milletimiz tarafından suçüstü yakalanan, istikametini, vicdanını ve insafını kaybetmiş bu hainler güruhu yüzlerce masum kardeşimizi şehit etmiş, binlercesini de yaralamıştır. İtibar ve nüfuz elde etmek, ekonomik çıkar sağlamak, makam ve şöhret kazanmak gibi farklı niyetlerle gücü, kuvveti ve izzeti başkalarının yanında arayan ve onları dost edinen hainler "Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir." (Nisa, 4/139.) ayetine muhatap olarak aziz milletimizi tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir fitne ile karşı karşıya bırakmıştır. Oysa eşref-i mahluk olarak yaratılan insan, büyük misakında Rabbine vermiş olduğu sözde; yeryüzünde fitne çıkarmamak, bozgunculuk ve fesat yapmamak; yeryüzünü imar ve inşa etmek; bilgiyi, hikmeti ve marifeti rehber edinmek, adaletle hükmetmek; kâinatı ve tabiatı emanet bilmek; maruftan yana münkerin karşısında durmakla yükümlüdür.
Bizler bugün hayatımızın her alanına sirayet eden bir tevhit bilincine, vahdet gayretine ve kardeşlik coşkusuna her zamankinden daha fazla muhtacız. Kendi evimizde, ülkemizde, İslam coğrafyasında barışı sağlayamazsak, dünyada barış ve adaleti temin edemeyiz. Akıl tutulması olarak görülmesi gereken fitne hareketlerine karşı her zaman müteyakkız olmalıyız.
Unutulmamalıdır ki, İslam, insanlık için sadece sözlü bir barış ve esenlik temennisinde bulunmaktan ibaret değildir. İslam, Allah'ın barış ve esenlik çağrısını tüm insanlığa ulaştırmak ve topyekûn yeryüzünde barışı egemen kılmak için çaba içinde olmaktır. Nitekim tarih boyunca Müslümanlar, sadece kendi yurtlarında barış ve sükûneti sağlamakla kalmamış, aynı zamanda yeryüzünü selam ve eman yurdu hâline getirmek üzere beldeleri, kıtaları ve denizleri aşmışlar, tüm insanlığa örnek medeniyetler takdim etmişlerdir.
Bugün, zorlu bir süreçten geçmekteyiz. Bu zor sürecin getirdiği ıstıraplar umutsuzluğa yol açmamalıdır. Bu dönem arızidir, geçecektir, Müslümanların işlerinin düzeleceği, istikrar ve istikamet yoluna gireceği günler inşallah uzakta değildir. Sonunda hikmet ve aklıselim Allah'ın izniyle galip gelecektir. Yeter ki Endülüs'ün akıl, hikmet ve felsefesi ile Maveraünnehir'in fıkıh, akıl ve tasavvufunu buluşturan ve meczeden Anadolu İslam medeniyetinin barış, güven ve adaletini tüm dünyaya gösterebilelim. Yeter ki imanın emanını, İslam'ın selamını, Müslümanların vahdetini, uhuvvetini ve maslahatını ön planda tutarak hakkı, hakikati, adaleti ve ahlakı savunmak temel şiarımız olsun. Yeter ki toplumun iliklerine kadar nüfuz eden ayrılık ve gayrılık karşısında hepimizi bu elim felaketten koruyacak yegâne rehberin Kur'an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye olduğunu bilelim.