Dergiden Seçmeler

Bizi Aldatan Bizden Değildir
Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanımız Dr. Ekrem Keleş'in Ağustos 2016 sayısı için kaleme aldığı makale.

Bizi Aldatan Bizden Değildir​

Dr. Ekrem KELEŞ

Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı


İslam dininin sahibi Yüce Allah'tır. Hz. Peygamber Yüce Allah'ın koyduğu bu dini tebliğ etmiş ve onun hayata nasıl geçirileceğini bizzat yaşayarak ve açıklayarak insanlara göstermiştir. Buna göre dinî hükümlerin ve dinî hakikatlerin kaynağı Allah ve O'nun kutlu elçisidir. Peygamberin dışında hiç kimse hatadan korunmuş değildir. Kim olursa olsun peygamberlerin haricinde bütün insanlar hata yapabilir ve yanlışa düşebilir. Herhangi bir kişi hakikatin yerine konamaz ve hakikatin yegâne temsilcisi ve ölçüsü olarak kabul edilemez. İslam âlimlerinin içtihatları, kitap, sünnet, icma ve kıyas gibi temel deliller ışığında doğruya ulaşma çabasından başka bir şey değildir. İslam tarihi boyunca en büyük müçtehitler dahi ne kendilerini hakikatin yegâne temsilcisi görmüşler ne de onlara tabi olan müminler böyle bir yanlışa sürüklenmişlerdir.

Bu temel İslami gerçeği göz ardı ederek herhangi bir insanı, dinin kaynağı gibi görmek, onun hata etmeyeceğine inanmak ve onun söylediği her şeyi tereddütsüz kabul edebilecek bir inanca sahip olmak, sapkın bir din anlayışıdır. Böyle bir inanç, İslam'ın özüne aykırıdır ve tashihe muhtaç bir iman sorunudur.

Müslümanın iradesini ve aklını başkalarının emrine vermesi kadar İslam'ın ruhuna aykırı bir tutum ve davranış düşünülemez. İslam'ın temel kaynakları ve referansları vardır. Kıyamet gününde hiçbir kimse bir başkasının günahını çekecek değildir.

Herhangi bir Müslüman, İslam'ın bu temel gerçeğine aykırı bir şekilde hareket etmeye başladığı takdirde yolunu şaşırır, kaçınılmaz bir şekilde birtakım hatalara düşer ve yanlış yönelişler içine girer. Bireysel olarak bu tür hatalara düşenler, bu inançları sebebiyle kendileri zarar görseler de bu zararın etkisi kendileri ile sınırlı kalabilir. Ancak herhangi bir topluluk veya hareket, böyle temel bir yanlışın içine düştüğü takdirde onun zararı ve tahribatı topluluğun veya hareketin büyüklüğü ve yaygınlığı oranında büyük ve ağır olur. Öyle ki bazen toplumda madden ve manen telafisi imkânsız büyük yıkımlara yol açabilir.

Arka planını stratejistlere bırakarak belirtelim ki önceleri halkın ifadesiyle 'Gülen Hareketi' kendi mensuplarının deyimiyle 'Hizmet Hareketi' adıyla organize olan cemaat, gelinen son nokta itibarıyla 'Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) adıyla tescil edilmiştir. Bu hareketin, yukarıda bahsettiğimiz temel İslami yaklaşım açısından büyük bir yanlışa sürüklendiği görülmektedir. Çünkü cemaatin müntesipleri, hareketin liderini hakikatin yegâne kaynağı ve temsilcisi olarak görür ve buna inanır hâle gelmiştir. Müntesiplerin böyle bir inanca sahip olması nedeniyle faaliyetlerinin nasıl büyük bir yıkıma yol açabileceğinin en somut delili, ülkemizi neredeyse uçuruma sürüklemek üzere iken halk tarafından önlenen darbe girişimidir. Hareketin hacmi göz önüne alınınca ortaya çıkan tahribatın büyüklüğünün hangi boyutlara ulaşabileceğini kestirmek zor olmaz. 

İslam'ın temel ilkelerine göre Hâlıka isyan olan yerde mahluka itaat edilmez. Müslüman önderlere itaat de bu çerçevede ele alınır. İşte böyle bir noktada sırf liderine, şeyhine veya önderine itaat uğruna kişinin Yüce Allah'ın açık emir ve yasaklarını çiğnemesi İslam'la bağdaşmaz. Liderine veya şeyhine itaat uğruna Yüce Allah'ın emir ve yasaklarını ihlal etmek İslami yoldan açık bir sapmadır. Nitekim bu sapmanın pek çok örneği artık gözden kaçırılamayacak boyutlarda ortaya çıkmıştır.

Hedefe ulaşmak adına gizlilik üzerine bina edilen bir iman anlayışı, Müslüman kimliğin gizlenmesi, tedbir adı altında takiyyenin benimsenmesi, İslam'ın özüne ve ruhuna uygun değildir. Aynı şekilde davaya hizmet için hile yapmak, tuzak kurmak, aldatmak, kandırmak, komplo yöntemlerine başvurmak,  özel hayatın dokunulmazlığını ihlal, hatta yalan ve iftiraya başvurmak gibi gayriahlaki söz, fiil ve davranışlar,  dini kötü emellere araç hâle getirmekten başka bir şey değildir. Hedefe ulaşma adına bir defa dinin emir ve yasakları ihlal edilmeye başlandı mı artık bu durum, zamanla o hareketin mensupları arasında doğal karşılanmaya başlar, bireyler ve toplum açısından telafisi imkânsız maddi, manevi hasarlara yol açar.

Bu husustaki en tipik örneklerden biri, harekete mensup insanları tanıyanların şahit oldukları şu tablodur: Başörtüsünün yasaklandığı dönemde liderlerinin emrini âdeta Yüce Allah'ın emrinin üstünde tutarcasına bir gecede başını açan hanım görevliler… Hatta hiçbir zorlayıcı sebep olmamasına karşın kendilerine ait dershanelerde dahi istemeye istemeye emre uymak için başını açan öğretmen hanımlar… Sonra başörtüsü yasağı ortadan kalkmasına rağmen başını örtmek için yine Allah'ın emrini âdeta bir kenara bırakarak liderlerinden emir bekleyen hanım görevliler… Hareket mensuplarında İslam'ın temel ilkeleriyle bağdaşmayan bu tür davranışların varlığı yaygın bir şekilde bilinmektedir. 

Bir Müslümanın en önemli ahlaki vasfı güvenilir olmasıdır. Müslüman her şeyden önce güven veren insandır. Nitekim 'mümin' kelimesi, iman/tasdik anlamının yanında 'güven veren' anlamına da gelmektedir. Bu hususta en güzel örnek, içinde yaşadığı toplumda 'Muhammed el-Emin' olarak anılan ve en azılı düşmanlarının bile emin oluşunda tereddüt ortaya koyamadıkları kâinatın Efendisidir.

İmanını, inancını ve İslami kimliğini gizlemekle kalmayıp bunu daha ileri götürerek İslam'ın emir ve yasaklarını açıkça ihlal edebilen bir Müslüman imajını, esasen herkese güven vermesi gereken ve her daim hakkında 'O söylüyorsa doğrudur' denilmesi icap eden ideal mümin kişiliği ile bağdaştırmak mümkün değildir. İslami görünüm altında yola çıkıp ulaşılmak istenen fasit birtakım hedefler uğruna harcanmayacak dinî değer bırakmamak, çok ağır bir vebaldir.

Olduğundan farklı görünme anlayışı, mümin insanlara güveni yerle bir eder. Sözüne ve eylemlerine güvenilmez bir Müslüman imajının oluşmasına yol açar. Böyle bir tablo, Müslüman kimliğinde büyük bir hasar meydana getirir. Müminin sözüne güvenilmeyen bir insan hâline gelmesi ne kadar acıklı bir durumdur!

Mümin olmasına rağmen kendisine güvenilemeyen bir insan görüntüsü ortaya koyan herhangi bir kişinin, temsil ettiği yüce dine vereceği zarar çok büyüktür. Kişisel düzeyde bu böyle iken İslam şiarıyla ve iddiasıyla ortaya çıkmış birtakım hareketlerin mensuplarında böyle bir görüntünün yaygınlaşması, aslında en baştan o hareketi İslami olmaktan çıkaran önemli bir gösterge olarak değerlendirilebilir.

Soruları çalarak başkalarının hakkını gasp edip devlet görevlerine kendi taraftarlarını getirme şeklinde ortaya konan tablo sıradan bir hırsızlık olayı değildir.  Bu tablo, en başta emanete hıyanet olmak üzere, kul haklarının ihlali, fitne, fesat, insanların geleceğini çalma, görevlendirmelerdeki liyakat ve ehliyet ilkelerini zedelemek suretiyle toplumun geleceğini karartma, kendilerine mensup olmayan insanların ötekileştirilmesi gibi pek çok ağır vebali bünyesinde barındırmaktadır.

Kırk yıldır milletin hayır potansiyelinin en büyük kısmını, yöneldiği fasit bir hedef uğruna heba eden bu hareket, ülkemizin en büyük sermayesi olan genç insan potansiyelini de birtakım karanlık güçlerin emperyalist emellerinin hizmetine sunmak suretiyle yüzbinlerce gencin hayalini çalmış ve onları büyük bir hayal kırıklığına sürüklemiştir.

Bu hâliyle söz konusu hareket, yalnızca küresel bir fesat hareketine dönüşmüştür. Ülkemizdeki tahribatın yanında Avrasya ve Afrika'daki İslami uyanışın küresel sömürünün aracı hâline getirilmesi son derece üzücüdür. Tamamen iyi niyetlerle ve hizmet gayesiyle bu harekete dâhil olan nice genç artık küresel sömürünün yeni sürümünün hizmetine girmiştir.

Son olarak şunu ifade etmek yerinde olacaktır: Başlangıçta örgütün iç yüzünü kavrayamadan sırf İslam'a hizmet aşkı ve heyecanıyla bir şekilde bu hareketin içine dâhil olmuş gençlerin artık bu küresel mefsedet hareketinin geldiği noktayı görmeleri ve bir an önce bu fesat hareketinden uzaklaşarak hiç olmazsa daha fazla vebale girmekten kurtulmaları ahiret yurtlarını kurtarmak bakımından zaruridir.  

​​​​​​