Dr. Emine GÜMÜŞ BÖKE
Milletimiz ve bütün
İslam âlemi her yıl
yeni bir heyecanla
Allah'ın bütün insanlığa
rahmet elçisi olarak gönderdiği
ve peygamberler zincirinin
son halkası olan Hz. Muhammed'in
(s.a.s.) getirmiş olduğu ilahî mesajı
anlamak, ortaya koymuş olduğu
eşsiz örnek ahlakını özümsemek,
ona duyulan engin ve içten sevgiyi
gönüllerden sözlere ve toplumsal
bilince aktarmak düşüncesiyle asırlardır
onun dünyaya gelişini Mevlit
Kandili olarak kutlamaktadır .
Mevlit, doğum zamanı ve doğum
günü, "mevlid-i nebi" ise Hz. Muhammed’in
doğumu veya doğum
günü demektir. Peygamber Efendimiz,
Fil yılında, 20 Nisan 571’de
(Rebiulevvel ayının 12. gecesi)
Mekke’de Dâru't-Tebâbia denilen
evde dünyaya gelmiştir. Âmine Hatun’un,
gördüğü rüyayı kayınpederi
Abdülmuttalip’e anlatması üzerine
Abdülmuttalip torununu kucağına
alıp Kâbe’ye gitmiş, Allah’a şükretmiş
ve ona, “en çok övülmüş, övülecek
özellikleri çok olan, en çok arzu
edilmiş” anlamında “Muhammed"
adını vermiştir. O, torununun do-
ğumu şerefine verdiği bir ziyafette:
“Ona Muhammed adını verdim;
dilerim ki gökyüzünde Hakk (Allah),
yeryüzünde halk onu pek çok
övsün.” demiştir. Peygamberimizin
diğer bir ismi de Ahmet’tir. “Allah’ı
öven, en çok hamd eden, övülmeye
en layık olan” anlamındadır. Her iki
isim de Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir.
(Âl-i İmran, 3/144; Ahzab, 33/40;
Muhammed, 47/2.)
Hz. Peygamber kendisinin en
önemli isimleri arasında şunları saymıştır:
“Ahmet, Muhammed, Mâhî
(küfrü imha eden), Hâşir (kıyamette
insanların kendisiyle haşrolunacağı
kimse), Âkıb (son peygamber.)” (Buhari,
Menakıb, 17.) Peygamberimizin
başka bir ismi de seçilmiş anlamına
gelen Mustafa’dır. (Müslim, Fedail, 1.)
İslam tarihçilerinin kaydettiğine
göre, peygamberimizin doğumu sı-
rasında, aynı anda, dünyanın birçok
yerinde olağanüstü olaylar görülmüştür.
Doğumu esnasında Busra
saraylarından Şam bölgesine ve batıdan
doğuya kadar her tarafı aydınlatan
bir nurun yükselmesi, özellikle
Yahudilerin o gece Ahmet'in yıldızı-
nın parladığını fark edip beklenen
peygamberin doğduğunu anlamaları
vb. haberler bunlar arasındadır.
Biz, Kur'an'da hiç temas edilmediği
gibi, muteber hadis kaynaklarında
da yer almayan bu konudaki rivayetleri
ihtiyatla karşılamaktayız.
Esasen Hz. Peygamber'in sağlığında
onun doğum yıl dönümü kutlanmadığı
gibi Hulefa-yı Raşidin dönemiyle
Emevi ve Abbasi devirlerinde
de mevlitle ilgili bir uygulamaya
rastlanmamaktadır. İlk iki halife
zamanında fetih hareketleriyle uğ-
raşılması, son iki halife döneminde
iç karışıklıkların hüküm sürmesi ve
Emevi ile Abbasi yönetimlerinde de
Rasulüllah soyuna destek anlamına
gelecek olması sebebiyle böyle bir
kutlamaya şartlar uygun değildi.
Mısır'da Şii Fatımi Devleti kurulunca,
soyundan geldiklerini söyledikleri
Hz. Peygamber'in doğum yıl dö-
nümü Muiz-Lidinillah döneminden
(972-975) itibaren resmen kutlanmaya
başlanmıştır. Bu kutlamaların
üst düzey görevlilerin katıldığı bir
devlet töreni çerçevesinde yapıldığı
ve halkın geniş bir katılımının olmadığı
anlaşılmaktadır. Fatimiler,
Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın da doğum
günlerinde de mevlit merasimleri
tertip ederlerdi.
Ancak çok geçmeden Eyyubiler
tarafından da mevlit geleneği benimsenerek
Hz. Peygamber'in do-
ğumunu anma ve kutlama törenleri
yapılagelmiştir. Âlim, şair, din ve
devlet işlerinde yararlık gösterenlere
hilatler giydirilmiş ve hediyeler
verilmiştir. Daha sonra mevlit tö-
renleri İslam dünyasında yaygınlık
kazanarak günümüze kadar devam
etmiştir. Esasen Rasulüllah'ın do-
ğum yıl dönümünü kutlama maksadıyla
başlayan mevlit geleneği giderek,
Kadir, Miraç, Regaip ve Berat
gecelerinde veya sünnet, evlenme,
ölüm, deprem gibi önemli olaylar
vesilesiyle yapılmaya başlanmış ve
toplumsal geleneğimizde yer alan
önemli bir dinî-kültürel öğe olmuş-
tur.
Sünni İslam dünyasında devlet
düzeyinde ilk mevlit töreni 1207
yılında Fatımiler döneminde, Selahaddin
Eyyubi'nin eniştesi ve Erbil
atabeyi Melik Muzafferuddin Gökbörü
tarafından tertiplenmiştir.
Uzun hazırlıklarla düzenlenen merasimler,
bütün halkı kapsayan bir
şekilde düzenlenirdi. Daha sonraları
Mekke'de ve diğer İslam ülkelerinde
de benzeri merasimler yapılmış, bu
merasimler Osmanlıların bir döneminde
doruk noktasına ulaşmıştır.
“Mevlit Alayı” diye anılan bu görkemli
törende üst düzey devlet
erkânı yerlerini alırlardı. Padişahın
teşrifinden sonra vaazlar verilir,
mevlithanlar tarafından Süleyman
Çelebi’nin Mevlit’i okunurdu. Bu
vesileyle Medine-i Münevvere’den
gelen hurmalar ikram edilirdi. Sü-
leyman Çelebi’nin “Vesiletü’n-Necat”
adı ile yazdığı ve kısaca Mevlit
diye bilinen bu manzumenin mevlit
kandillerinde okunması ve dinlenmesi
günümüze kadar devam eden
bir gelenek olmuştur.
Mekke’de, Mekkeliler, her sene Rebiulevvel
ayının 12’sinde akşam namazını
Mescid-i Haram’da kıldıktan
sonra, cemaatle birlikte peygamberimizin
doğum yeri olan Mescit’e
gidip, yatsı namazını burada kılmaM
GÜNDEM
8 DİYANET AYLIK DERGİ KASIM 2017 DiyanetDergisi
yı âdet edinmişlerdir. Mevlit gecesi
münasebetiyle Mekkeliler birbirleri
ile tebrikleşir; misafirlerine tatlı
ikram ederler. Medine ahalisi de
mevlit gecelerini Mescid-i Nebevi’de
geçirirler, birbirlerine ikramda
bulunurlar. Halk o gün temiz ve
yeni elbiselerini giyerek bir bayram
havası içinde geçirirler. Zamanımızda
mevlit kutlamaları birçok İslam
ülkesinde kutlandığı gibi, ülkemizde
de bu amaçla özel programlar
uygulanmaktadır.
Hz. Peygamber zamanında ve ondan
sonraki birkaç asır boyunca
kutlanmayan mevlidin dinî açıdan
meşruiyeti İslam âlimleri arasında
tartışılmıştır. Mevlit okuma ve
okutmanın bidat olduğu şeklinde
birtakım iddialar gündeme getirilmiştir.
Zira Rasulüllah devrinde ve
ona son derece bağlı olan ashap ve
tabiin (Selef) zamanında kutlanmadığını,
dolayısıyla bidat olduğunu
söyleyenler mevcut uygulamalara
şiddetle karşı çıkmıştır. Esasen mevlit
kutlamasının bizzat kendisine
değil bu vesileyle işlenen kötülüklere
karşı çıkılmıştır. Mevlide karşı
olan âlimlerin bu yaklaşımlarında
kendi zamanlarındaki kutlamalarda
görülen olumsuz davranışların rolü
vardır.
Bazı âlimler ise Hz. Peygamber'in
dünyaya gelmesi sebebiyle sevinmenin,
onun doğum günü münasebetiyle
muhtaçlara yardımda bulunmanın,
Rasul-i Ekrem'e dair şiirler
okumanın, güzel elbiseler giyerek
sevinç gösterisinde bulunmanın birer
güzel amel olduğunu, dolayısıyla
mevlit geleneğinin bidat-i hasene
sayılması, halk arasında görülen ve
dinen hoş karşılanmayan davranışların
bundan ayrı düşünülerek
önlenmesi gerektiğini belirtmişlerdir.
Burada hatırlanması ve hatırlatılması
gereken önemli bir husus
vardır; o da Kur'an okumakla mevlit
okumayı birbiriyle mukayese etmek
veya birini diğerine alternatif göstermek
yerine ikisini ayrı ayrı ve her
birini kendi yeri ve amacı doğrultusunda
değerlendirmek ve yaşatmak
daha doğru olur. Zira mevlit gibi
dini eğitim ve coşkuyu içeren sosyal
ve geleneksel töreler asli ibadetlerin
yerine geçmediği gibi bu tür sosyal
ödevlerin kişiler üzerine bizzat
gerekli olan namaz, oruç, infak ve
yardım gibi dinî yükümlülüklerden
muaf tutmadığı unutulmamalıdır.
Şunu ifade edelim ki, mevlit geleneği,
peygamberimize bağlılığın
tazelenmesi, onun genç kuşaklara
gerektiği biçimde tanıtılması ve ona
layık bir ümmet olma muhasebesinin
yapılması açısından Müslümanlar
tarafından iyi değerlendirilmesi
gereken güzel bir vesile kabul edilir.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen
peygamberimizin şefaatini umarak
bu gece münasebetiyle onu daha iyi
tanımaya ve mesajlarını anlamaya
gayret edilmelidir.
Yüce Allah, insanlığa lütuf ve merhametinin
bir tecellisi olarak, insanı
insan yapan bütün değerlerin ve
ahlaki erdemlerin kendisinde toplandığı
Hz. Muhammed'i son peygamber
olarak göndermiştir. "Allah,
inananlara, kendi içlerinden onlara
ayetlerini okuyan, onları temize çı-
karan ve onlara Kitab'ı ve hikmeti
öğreten bir elçi göndermekle iyilik
yapmıştır. Oysa onlar önceleri
apaçık şaşkınlık içinde idiler." (Âl-i
İmran, 3/164.) mealindeki ayet de bu
ilahi ikramı ifade eder. Hz. Peygamber'i
bize en iyi bir biçimde tanıtan
Kur'an, onun hayatını "yaşanabilir
en güzel model" olarak takdim etmekte
ve kendisini örnek almamızı
istemektedir. O, "bizim içimizden
bize gelmiş" (Tevbe, 9/128.) ve "Âlemlere
rahmet olarak" (Enbiya, 21/107.)
gönderilmiş bir elçidir. "İçimizden
biri" olması, onun örnek olmasının
imkânına işaret içindir. Onu sevmek
ve örnek almak, yalın bir taklit
ve sünnetinin belirli şekillere hapsedilmesi
değil, sünnetinin ve siretinin
bütün yönleriyle tanınması,
insanlığın huzur ve mutluluğu için
yaptığı çağrının güncelleştirilerek
hayatımıza yansıtılması, güzel ahlakının
ve öğretilerinin davranışlarımızın
mihveri ve rehberi yapılmasıdır.
O rahmet peygamberi, "İman etmedikçe
cennete giremezsiniz. Birbirinizi
sevmedikçe de gerçek manada
iman etmiş olamazsınız." (Müslim,
İman, 93.) buyurarak birbirimizi sevmeyi
imanın bir gereği olarak ifade
etmiş, sevgi ve imanı toplumsal
barışın temel direği yapmıştır. O,
bütün hayatı boyunca, bizlere Yüce
Yaratıcı'ya iman edip onu içtenlikle
sevmeyi, ona bağlanarak ibadetlerle
hayatımızı anlamlı kılmayı, dürüstlüğü,
emaneti korumayı, insan haklarına
uymayı, zayıf ve muhtaçlara
yardım etmeyi, yetim ve kimsesiz
çocuklara kol kanat germeyi, herkesin
ve her şeyin hakkını gözetmeyi,
komşuluk ve akrabalık bağlarına riayet
etmeyi, kimseyi kırmamayı, iyilikte
yarışmayı, yararlı insan olmayı
öğütlemiştir.
Mevlit Kandili, Hz. Peygamber'in
bizlere sunduğu değerleri ve yol
gösterici öğütlerini anlama ve bu
anlayışla yaşama ve yenilenme zamanıdır.
Bu değerleri fark etmek
ve onları bir davranış bilincine ve
yaşanan bir hayat hâline getirebilmek,
dindarlığımızın temel hedefi
olmalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle Mevlit
Kandili'nin tüm insanlığa sevgi,
barış ve huzur getirmesin, kandilin,
Sevgili Peygamberimizi daha iyi
tanımamıza vesile olmasını Yüce
Allah'tan niyaz eder, tüm İslam âleminin
Mevlit Kandili'ni tebrik ederim.