Dergiden Seçmeler

İNSANIN MANEVİ VE ZİHİNSEL BOYUTUNU İFADE EDEN DÖRT KUR’AN TERİMİ: KALP, RUH, NEFİS, AKIL
Prof. Dr. Mustafa ÇAĞRICI

 İslam öncesi  Arap di li nde

de kalp, ruh, nefi s ve akıl

keli meleri  bulunmakla bi rli kte,

bunlar o kültürde

di nî-tasavvufi  anlam taş ımıyordu.

İ lk defa Kur’an-ı Keri m’de -i man,

İ slam, tevhi t, takva vb. kavramlar

gi bi - kalp, ruh, nefi s ve akıl keli meleri

 de hızlı bi r d.nüş üme uğ ramış ,

di nî ve ahlaki  yoğ unluğ u yüksek

olan yeni i çeri kler kazanmış tır. Kadi m

di nî ve entelektüel kültürleri n

İ slam hâki mi yeti ne gi rmesi yle

Müslümanlar bu coğ rafyalardaki

 kültürlerle buluş tular. “Hi kmet

mümi ni n yi ti k malıdır; bulduğ u

yerden alır.” (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef

(nşr. K. Y. el-Hût), Riyad 1409,

VII, 240; İbn Mâce, Sünen (nşr. Şuayb

el-Arnavut ve dğr.), 1430/2009, V, 269;

Tirmizî, Sünen, Kahire 1395/1975, V,

51.)  anlamındaki  hadi ste özetlenen

anlayış ın verdiği  güvenle bu kültürlerden

pek çok bi lgi  ve değ erleri

 -gerektiği nde değiş ti ri p d.nüş türerek-

beni msedi ler. Bu çerçevede

konumuz olan dört kavram da felsefi

 ve tasavvufi  muhtevası gi derek

zengi nleş en bi r anlam geniş lemesi

 yaş adı.

Söz konusu dört teri mi n temel

İ slami  anlamlarını kavramak i çi n

bunların Kur’an-ı Keri m’deki i çeri kleri ne

bakmak gereki r. İ nsanın

manevi  ki mliği  ve .zü i çi n en sık

kullanılan teri m ‘kalp’ti r; ayrıca beli rti len

kullanımıyla bu kavramın

diğ er ü. teri mle büyük .l.üde aynı

anlamı i fade ettiği  düş ünülür.

Kur’an-ı Kerim’de

kalp, ruh, nefis, akıl

a) Kalp

 Kur’an’da yüz kırka yakın ayette

geçen (“Kalp” kelimesinin geçtiği ayetler

için bk. M. F. Abülbaki, el-Mu‘cemu’l-

müfehres, “klb” md.)  kalp (kalp;

çoğ ulu kulûp) keli mesi nde s.zlük

anlamıyla “değiş me, ters dönme”

manası vardır. İ nsanın manevi -ruhani

 boyutunun sıklıkla değiş ebi lmesi

 sebebi yle ona ‘kalp’ adı

veri ldiği  beli rti li r. (Râgıb el-Isfahânî,

Müfredât, “klb” md.)  Bu anlamın

Kur’an’da da korunduğ u söylenebi li r.

Ancak Kur’an’da kalbi n tanımı

veri lmeyi p, genelli kle iş levleri  ve

ni teli kleri  üzeri nde durulmuş tur.

Yi ne de i lgi li  ayetleri  di kkate alarak

Kur’an açısından kalp teri mi ni n

“i nsanın bi lme, anlama, kavrama,

özelli kle varlık ve olayların haki kati ni

 bi lme melekesi ” anlamında

kullanıldığ ı söylenebi li r. Dolayısıyla

Kur’an bakımından i nsanın

diğ er varlıklardan farklı olmasını

sağ layan unsur kalpti r. Bu sebeple

bütün İ slam âli mleri  mümi n olmanın

temel ş artının kalbi n tasdi ki

 olduğ unda i tti fak etmiş lerdi r. (Mesela

bkz. Gazzâlî, İhyâ, Kahire 1332, I,

121; Teftâzânî, Şerhu’l-Makāsıd, İstanbul

1305, II, 249.)

 Kur’an-ı Keri m’de i nsanın manevi

 kişi liği ni i fade etmek üzere en sık

kullanılan teri mi n ‘kalp’ olduğ u

g.rülür. Bi rçok ayette kalp hem

olumlu hem de olumsuz özelli kleri yle

anılır. Söz geli mi İ slam

kaynaklarında en yüksek di ndarlık

ve ahlakı i fade eden takva kalpte

bulunur. Peygamber’i n kalbi , i lahî

mesajı alacak kadar yetki nleş miş

 kalpti r. Bi r de Hz. İ brahi m’i n yakarış ı

sırasında kullandığ ı kalbi seli m

(sağ lıklı, temi z kalp) vardır. Bu

ayette, “O gün ki , ki mseye serveti

 de oğ ulları da fayda vermeyecek;

yalnızca kalbi seli m i le gelenler

kurtulacak.” deni li r. (Şuara, 26/88.)

 Hi dayet bulmuş  kalpten, ş efk at ve

merhamet yüklü kalpten de söz

edi li r. Bi rbi ri yle kaynaş mış  kalplere

sahi p olmanın i lahî bi r lütuf

olduğ u, i nsanların ancak böyle

kalpler sayesi nde barış i çi nde yaş ayabi leceği

 beli rti li r. (Âl-i İmran,

3/103.)  Bu ayet, İ slam’ın hedeflediği

 yepyeni  bi r toplum i nş asının

“kalpler arasında ülfet ve kardeş li k

bağ larının kurulması” sayesi nde

baş arıldığ ını göstermektedi r. Tabii n

müfessi rleri nden Katade, ayeti n

i lgi li  kısmını ş öyle açıklamış tır:

“Yani  si z o dönemde bi rbi ri ni zi

 boğ azlıyordunuz; gü.lüleri ni z zayıflarınızı

yi yordu. Ni hayet İ slam

geldi  ve aranızda kardeş li k i liş ki si

 kurdu; si zi  bi rbi ri ni ze bağ ladı.” (Taberî,

Câmi'u’l-Beyân, , nşr. A.M. Şakir,

1420/2000, VII, 77.)

 Kur’an-ı Keri m’de kalbi n olumsuz

hâlleri nden de söz edi li r. Bazı ayetlerdeki

 ‘donuklaş mış  kalp’, “entelektüel

olarak haki kat, hi kmet

ve i rfan yeteneğini , ahlaki  olarak

ş efk at ve sevgi  duyarlılığını kaybetmiş

 kalp” di ye anlaşılabi li r. Bir 

 de ‘anlamayan kalp’ vardır ki , bu da

“geçi c ve yanıltıcı g.rüntüleri n arkasındaki

 asıl ve değiş meyen haki kati

 görme duyarlılığ ını kaybetm

 kalp” demekti r. Dolayısıyla Kur’an

asıl k.rlüğ ün, “i nsanların i çleri nde

bulunan kalpleri n k.rlüğ ü” olduğ unu

beli rti r. Âl-i İ mran, 3/159 ’da

‘rahmet’i n zıddı bi r bağ lamda kullanılan

‘katı kalp’, i nsanlara karş ı

i lgi si zli k ve merhametsi zliği i fade

eder. Bi rçok ayette ‘hastalıklı kalpler’den,

‘mühürlenmiş  kalpler’den

söz edi li r. Mesela “Allah her ki bi rli

 ve zorba i nsanın kalbi n mühürler.”

buyurulur. (Mü’min, 40/35.)

İ slam âli mleri , özelli kle mutasavvıflar

bu tür ayetler di kkate alarak

i nsanların fii lleri n bedeni n ve kalbi n

fii ller olarak i ki ye ayırmış lar;

i lki ne “zahi rî ameller”, i ki nci si ne

“bâtın ameller” dem ler; arkasında

kalbi n ni yet, i hlas, huş u gi bi

 bâtın ameller olmadıkça zahi

amelleri n değ er taş ımayacağ ını beli rtm lerdi r.

b) Ruh

 Kur’an-ı Keri m’de ruh keli mesi

 yi rm bi r yerde geçer. (“Ruh” kelimesinin

geçtiği ayetler için bk. M. F.

Abülbaki, el-Mu‘cemu’l-müfehres, “rvḥ”

md.)  Bunların bi ri nde Hz. İ sa, i ki si nde

vahi y, bi ri nde Kur’an kastedi lm ti r.

İ slam âli mleri ne göre

dört ayette geçen ‘ruhu’l-kuds’ i le

‘er-ruhu’l-emi n’ ve d er bazı ayetlerdeki

 ‘ruh’ vahi y meleği  Cebrai l’di r.

Üç ayette Allah’ın i lk i nsan

bedeni n yarattığ ında ona “kendi

 ruhundan üflediği ”, bi r ayette de

ruhun “Rabbi n emri nden” olduğ u

bi ldi ri lm ti r.

Bu son ayetlerde Allah Teala’nın

ruhu kend zatına ni spet etmesi ,

i nsanı i nsan yapan haki k varlığ ının

beden deği l ruhu olduğ unu

gösteri r. Gazali ’ni n, İ hya’nın, i nsandaki

 mevk tutkusunun doğ al

ve metafi zi k kaynaklarını i ncelediği

 b.lümde (İhyâ, III, 278 vd.)  yer alan

ruhla i lgi l muhteş em tahli li nde ş u

i fadeler de bulunur: “Ruh, i lahî bi r

gerçekli kti r (emrun rabbani yyün).

.ünkü yüce Allah, ‘Senden ruh

hakkında bi lgi i sti yorlar. De ki : O

rabbi mi n emri ndendi r.’ (İsra, 17/85.)

 buyurmuş tur. Bundan dolayı her

i nsan, tabi atı gereği  kemalde eş si z

olmak i ster. “Ruh rabbi mi n emri ndendi r.”

beyanının gösterdiği  rububi yet

i l ki si nden dolayı köleli k

ruha ağ ır geli r, efendi li k i se i nsanın

doğ ası gereği  sevi li r. İ nsan, varlıkta

eş si zleş me ve tekleş meyi i stemesi

 yanında, d er bütün varlıklar

üzeri nde hâki mi yet kurmayı da bi r

yetki nli k olarak düş ünür ve i ster.”

c) Nefis

 Kur’an-ı Keri m’de ü. yüzü aş kın

ayette geçen (“Nefs” kelimesinin

geçtiği ayetler için bk. M. F. Abülbaki,

el-Mu‘cemü’l-müfehres, “nfs” md.)  nefi s

(çoğ ulu enfüs) keli mesi ni n en

sık kullanıldığ ı anlamını “i nsanın

kendi si , zatı, kişi liği , ruh ve beden

bütünlüğ ü” ş ekli nde özetleyebi li ri z.

Mesela Allah’ın bütün i nsanları

bi r tek ‘nefi s’ten yarattığ ını bi ldi ren

ayetlerde kişi , i nsan (Âdem) kastedi lm ti r.

Bazı ayetlerde nefi s “can”

anlamını i fade eder. “Allah nefse

fücurunu da takvasını da i lham

etti .” (Şems, 91/8.)  ayeti , nefsi n i yi li k

ve k.tülük leme eği li mleri nde

yaratıldığ ını gösteri r. Kur’an’daki

 “nefs- emmare” k.tülük eği li mi ne,

“nefs- levvame” de i yi li k eği li mi ne

aret etmektedi r. Allah’ın, uyku

hali ndeki i nsanın nefsi n aldığ ını,

keza .lümünden sonra Fi ravun’un

bedeni n geri de bıraktığ ını bi ldi ren

ayetlerde i nsanın nefi s (ruh) - beden

unsurlarından oluş tuğ una aret

edi lm ti r.

Kur’an’da nefsi n k.tü arzuları genelli kle

heva keli mesi yle i fade edi li r.

Ni teki m i lgi l kaynaklarda bu

keli me “nefsi n, akıl ve di n tarafından

yasaklanan k.tü arzulara karş ı

eği li mi ” ve “haktan ve fazi letten

saparak haz ve menfaatlere yönelen

nefi s” ş ekli nde açıklanmış tır.

(Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “hvy”

md.; et-Ta‘rîfât, “hevâ” md.; Tehânevî,

Keşşâf, II, 1543.)  Kur’an’da, bayağ ı

arzularına esi r olan i nsan “hevasını

i lah edi nen” di ye tanıtılmış tır.

(Furkan, 25/43; Câsiye, 45/23.)  Gazali

 bu konudak yorumunda ‘i lah’ keli mesi ni n

“mabut” anlamına geldiği ni ,

mabudun da “buyruğ una

uyulan” demek olduğ unu, buna

göre bedenî arzularına uyanların

hevalarını i lah edi nmiş  sayılmaları

gerektiği n beli rti r. (İhyâ, III, 28.)

d) Akıl

 Kur’an-ı Keri m’de elli ye yakın ayette

fii l kalıplarıyla geçen akıletme

kavramı (“Akıl”dan türetilmiş fiillerin

geçtiği ayetler için bk. M. F. Abülbaki,

el-Mu‘cemü’l-müfehres, “akl” md.)

 genelli kle “aklı kullanarak doğ ru

düş ünme” anlamında kullanılmış tır.

Bu ayetlerde akıl kavramının

“bi lg edi nme gücü”nü ve “bu gü.le

elde edi len bi lgi ”yi i fade ettiği

 söylenebi li r. (bk. Râgıb el-İsfahânî,

el-Müfredât, “akl” md.)  Kur’an ancak

bi lenleri n akledebi leceği n söyler.

Bu gücü ve bu bi lgi y k.tü kullandıkları

i çi n kâfi rleri , sağ ır, di lsi z ve

kör olmakla, bu yüzden akledememekle

ni teler. Aklını kullanmayanlara

k.tü bi r azap veri leceği ,

akıllarını kullananlarınsa azaptan

kurtulacakları bi ldi ri li r. “Allah

ayetleri n akledesi ni z di ye açıklamaktadır.”

(Bakara, 2/242.)  ayeti nden,

aklın eş yadak düzen anlama,

i lahî haki katler sezme, kavrama ve

onların üzeri nde düş ünüp yararlanma

gü. ve yetki si ne sahi p olduğ u

anlaş ılmaktadır. 

Tasavvuf kültüründe ‘rabbani

latifeler’ olarak kalp, ruh, nefis,

akıl

İnsanın manevi-ruhani kişiliğini

oluşturan boyutunu ifade etmek

üzere tasavvufi kültürde daha çok

kalp terimi kullanılır; ancak der

ü. terime de zaman zaman bu bağlamda

yer verilir ve hepsine birden

latife veya latife-i rabbaniye denilir.

Gazali, kalp, ruh, nefis ve akıl

kavramlarının biyoloji ve psikoloji

açısından farklı anlamlarda kullanıldığını,

ancak dinî-tasavvufi bağlamda

hepsinin de “rabbani-ruhani

latife”yi ifade ettiğini belirtir. İnsanın

asıl .zü, ondaki “bilen ve idrak

eden gü.” anlamındaki bu ilahî ‘latife’dir.

(İhyâ, III, 4.)

S.zlükte “ince, yumuşak şey” anlamına

gelen latife, tasavvufta “kelimelerle

anlatılamayan, yaşanarak

öğrenilen bilgiler” ve “insanın Allah

vergisi .zü” anlamlarını içerir.

Bu öz kendini, yaratıcısını ve evreni

idrak edebilir. Bu özellikleriyle

buyruk ve yasaklara muhatap kılınan

da odur. Nitekim Kur’an’da

bu öz kastedilerek “Ey huzura

ermnefs! Dön Rabbine; sen ondan

memnun o senden memnun

olarak.” (Fecr, 89/27-28.) buyurulmuştur.

Birçok ayette insanın nefis

kelimesiyle anılması, onun asıl

insani boyutunun bu manevi .zü

olmasındandır. .ünkü beden sonuçta

herhangi bir organik yapıdan

farksızdır. Buna karşılık yine

Kur’an’ın bildirdiğine göre (Şems,

91/7-10.) arındırıldığında insanı

kurtaracak, kirletildiğinde zarara

uğratacak olan onun nefsidir.

Tasavvufi ve ahlaki eserlerde, her

insanda yaratılıştan mevcut olan bu

ilahî latifenin, levini yapabilmesi

için ahlak eğitiminin şart olduğu

belirtilir. Bu eğitimden geçmem

insanlar, tasavvufçuların nefs-i

hayvani dedikleri olumsuz egolarının

esiri olup, manevi alanda ilerleyemezler.

Biraz önce Gazali’den

aktardığımız gibi, bedenî arzularının

peşinden koşanlar hevalarını

ilah edinmler demektir. .ünkü

insan neyin peşinde koşuyorsa

kendini ona adamış demektir. Hz.

Peygamber, maddeperestler için

“paranın kölesi” (abdü’d-dinar) (Abdullah

b. Mübârek ez-Zühd ve'r-Reḳâiḳ

(nşr. Ḥ. el-A'zamî), Beyrut ts., s. 197;

Buhârî, el-Câmi'u’s-Ṡahîh (nşr. M. Zuheyr.)

deyimini kullanır. Buna göre

ahlaki alanda negatif i.güdülerine

teslim olmuş insan da köle sayılabilir.

Tasavvuf düşüncesine göre

‘rabbani latife’nin çağrısına uyarak

ruhlarını .zgür kılmayı başaranlar,

içlerindeki sevgilerini ve dışlarındaki

mallarını paylaşma erdemini

de kazanmış olurlar. Fudayl b. İyaz

anlatıyor: “Eski peygamberlerden

biri, ‘Ey Rabbim! Senin beni sevdiğini

nasıl anlayabilirim?’ deyince

Yüce Allah, ‘Fakirlerin senden

memnun olup olmadıklarına bakarsan

anlarsın’ buyurmuştur.”​




​​​​​​