Karar Tarihi: 22/01/1998
Karar No: 4
Cuma namazı
farz-ı ayın, bayram namazları vacip, cenaze namazı ise farz-ı kifayedir.
Bunlardan cuma ve bayram namazları, ancak cemaatle kılınır. Cenaze namazının
cemaatle kılınması şart olmadığı gibi; ister erkek, ister kadın olsun tek bir
müslümanın kılmasıyla kifai farz yerine gelmiş olur. Görüldüğü üzere, gerek
mükellefiyet gerek hüküm bakımından cenaze namazında kadın ile erkek arasında
hiç bir fark yoktur.
Cuma namazının farziyyetiyle ilgili ayetin (Cum'a, 62/9) kadın ve erkekleri
içeren umumi hükmü sünnetle tahsis edildiği için, cuma namazı ile sadece hür,
mukim ve (cuma namazına katılmaya engel olacak derecede hasta ve yaşlı olmayan)
sağlıklı erkek Müslümanlar mükelleftir. Nitekim ayetin umumi hükmünden hür,
mukim ve sağlıklı olmayanlara da cuma namazının farz olduğu anlaşılmakta ise
de, ayetin hükmü bu yönden de tahsis edilmiştir. Nitekim bir hadis-i şerifte,
"Hürriyetine sahip olmayan köle, kadın, çocuk ve hasta .müstesna olmak
üzere, cemaatle cuma namazı kılmak, her müslüman üzerinde vacip bir haktır."
(Ebu Davad, Salat, 168, Hadis No:1O67; Beyhekı, III, 172) buyurulmuştur. Bu
itibarla kadınlar cuma namazı ile yükümlü değildir. Cuma namazının kadınlara
farz olmadığı konusunda icma vardır. Asr-ı saadetten beri hiçbir İslam müçtehit
ve alimi bunun aksini söylememiş, bütün İslam ülkelerinde, her dönemde uygulama
da böylece devam ede gelmiştir.
Vakıa, cuma ve bayram namazları ile yükümlü olmadıkları halde kadınlar
isterlerse bu namazlara katılabilirler. Bu takdirde, kendisine cuma namazı farz
olmayan (mesela dinen misafir sayılan) bir kişinin cuma namazını kıldığında o
günkü öğle namazını kılmasına gerek olmadığı gibi, cuma namazına katılan
kadınların da ayrıca öğle namazını kılmaları gerekmez. Nitekim günümüzde beş
vakit namazda ve özellikle teravihte olduğu gibi, gerek asr-ı saadette, gerek
sonraki dönelerde kadınlardan çok sayıda cuma ve bayram namazlarına katılanlar
olmuştur. Ancak ne Hz. Peygamber (s.a.) döneminde ne de müteakip asırlarda beş
vakit namazla mükellef kadınların tamamının cuma ve bayram namazlarına
katıldığı sabit değildir. Günümüzde de isteyen hanımların cami adabına uyarak
camilerin kendilerine ayrılan bölümlerinde,cuma ve bayram namazı kılmalarında
hiçbir sakınca yoktur.
Safların düzenlenmesine gelince:
İslami hükümlere göre, sadece namaz kılarken değil, ihtiyaç ve zaruret
bulunmadıkça kadınların erkekler arasına karışmayıp, uygun olan ayrı bir yerde
bulunmaları uygun olur. Bu itibarla ister cuma, ister bayram, ister cenaze,
hangi namaz olursa olsun, kadınlar erkeklerle birlikte namaz kıldıkları
takdirde, erkeklerden ayrı, uygun bir yerde namaza durmaları gerekir. Nitekim
Hz. Peygamber (s.a.) namaz saflarını önce erkekler, sonra erkek çocuklar en
arkada da kadınlar olmak üzere düzenlemiş; "namazda erkek saflarının en
faziletlisi en önde olanı, fazileti en az olanı ise en arkada bulunanıdır.
Kadın safların en faziletlisi ise en arkada kalanı, en az faziletlisi ise en
önde olanıdır." (Müslim, Salat , 132;Ebu Daud, Salat, 97. Tirmiz.i,
Mevakıt, 52; Nesai, İmame, 32; İbn Mace, İkame, 52) buyurmuştur. Sünnet olan
safların böyle olmasıdır. Sünnete uymayarak, kadınlar erkek safları arasına
karışarak imama uyarlarsa, Hanefi mezhebine göre rüku ve secdeli namazlarda
kadınların arkasında ve hizasında kalan erkeklerin namazları fasit olmuş sayılır.
bu duruma sebep olan kadınlar da günah işlemiş olurlar. Bu durum, rüku, ve
secdesi bulunmayan cenaze namazında meydana gelirse, erkeklerin namazı fasit
olmazsa da, sünnete (yani Hz. Peygamber (s.a.) 'in düzenlemesine) aykırı
hareket edildiği için mekruh olur.
Din İşleri Yüksek Kurulu, 24.10.2002 tarihinde Kurul Başkanı Doç.Dr.Şamil
DAĞCI'nın başkanlığında toplandı.
Dinî Soruları Cevaplandırma Komisyonunca hazırlanan "Kadınların İş
Hayatında ve Yönetimde Yer Almaları" konusundaki rapor görüşüldü. Yapılan
müzakereler sonunda:
İslam'da insan olmaları bakımından, erkekle kadın arasında herhangi bir ayrım
söz konusu değildir; her ikisi de eşit derecede Yüce Allah'ın emir ve
yasaklarına muhataptır. Erkek olsun kadın olsun, bütün insanlar yeryüzünü imar
etmek ve orada Allah'a kulluk etmekle yükümlüdürler. İslâm'da insanlık ve
Allah'a kulluk bakımından kadınla erkek arasında bir fark bulunmadığı gibi
temel hak ve sorumluluklar açısından da kadın erkek ayrımı bulunmamaktadır.
Dinimizde, erkeğe tanınan temel hak ve hürriyetler, aynı derecede kadına da
tanınmıştır. Buna göre yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme;
kişi hürriyeti ve güvenliği; vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyeti; mülkiyet
ve tasarruf hakkı; meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı
mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunmada bulunma, kanun
önünde eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve
onurun korunması, evlenme ve aile kurma hakkı, özel hayatın gizliliği ve
dokunulmazlığı, geçim teminatı gibi temel haklar bakımından kadınla erkek
arasında herhangi bir ayrım söz konusu değildir.
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamber'in kadınlardan biat almasının zikredilmesi
(Mümtehine, 60/13), İslâm'da kadının iradesinin bağımsızlığını açık bir şekilde
ortaya koymaktadır. Bu itibarla kadın olmak, hak ehliyetini ve fiil ehliyetini
daraltan bir sebep değildir. Sahip olduğu hakların, kocası ya da başkası
tarafından ihlal edilmesi halinde kadının hakime başvurarak haksızlığın
giderilmesini isteme hakkı bulunmaktadır.
İslâm'da kadının konumu ve hakları konusundaki tartışmaların önemli bir kısmı,
kadının sosyal hayata katılması, çalışması ve kamu görevi üstlenmesi
noktalarında odaklaşmaktadır.
1. Kadınların Ticaret ve İş Hayatına Girmesi
İslâm'a göre, kural olarak kadın, ev içinde ve dışında çalışabilir; ailesinin
ihtiyaçlarını sağlamada kocasına yardımcı olabilir. Şartlara ve ihtiyaçlara
göre, aile hayatında eşlerin rollerinin değişmesi de mümkündür. Önemli olan
hayatın huzur ve düzen içinde geçmesi, ihtiyaçların karşılanmasında bireylerin
imkan ve kabiliyetlerine uygun sorumlulukları dengeli şekilde üstlenmeleridir.
Bazı kaynaklarda yer alan Hz. Peygamber'in, evin iç işlerini kızı Hz.
Fatıma'ya, dış işlerini ise damadı Hz. Ali'ye yüklemiş olması[1], Müslümanlar
için bir aile modeli oluşturma amacına yönelik bağlayıcı bir kural değil,
ihtiyaç, örf ve adete dayalı tavsiye niteliğinde bir çözümdür.
Kaldı ki, ev hanımının ailesine ve topluma katkıları küçümsenemeyecek kadar
önemli bir iştir.
Kadın, mali ve ticarî alanlarda erkeklerle eşit konumda olup, kadın olması
sebebiyle herhangi bir kısıtlamaya maruz değildir; ticaret ve borçlar hukuku
alanında erkeklerin sahip oldukları bütün hak ve yetkilere sahiptir. İslâm
dininde erkek ? kadın ayrımı yapılmaksızın, çalışıp kazanmak teşvik edilmiş,
"insan için ancak çalıştığı vardır" (Necm, 53/39); "? Erkeklere
kazandıklarından bir pay vardır; kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır.
Allâh'ın lutfundan nasibinizi isteyin..." (Nisa 4/32) buyurulmuştur.
Çalışma kapsamında değerlendirilen ticaret ile ilgili "Ey iman edenler!
Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan
ticaretle olursa başka. Kendinizi helâk etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok
merhametlidir" (Nisa, 4/29), âyeti ile "Sizden herhangi birinizin
ipini alıp da dağdan sırtına bir bağ odun yüklenerek getirip satması,
dilenmesinden daha hayırlıdır"[2] hadisinde kadın erkek ayrımı söz konusu
değildir.
Dinimizin insanlar arası ilişkilerde ve ticarî hayata ilişkin koyduğu açıklık,
dürüstük, güven, doğru sözlülük, sözünde durma, şart ve akitlere bağlı kalma,
karşı tarafın zayıflığı, bilgisizliği ve sıkıntıda olmasını istismar etmeme
gibi genel ilkelerine bağlı kalmak şartıyla, erkek ve kadın herkes helal ve
meşru yollardan kazanç elde etme hakkına sahiptir.
2. Kadının Yöneticiliği
Bazı kaynaklarda kadının kamu görevi üstlenmesini sınırlandıran görüş ve
hükümler yer almaktadır. Ancak bu görüş ve hükümler, nasların açık
ifadelerinden kaynaklanmayıp, fakihlerin içinde bulundukları sosyokültürel ve
ekonomik şartları göz önünde bulundurarak ulaştıkları sonuçlardır.
Hz. Peygamber devrinden itibaren kadınlar, öğretmenlik, memurluk, doktorluk,
hemşirelik, zabıta memurluğu gibi çeşitli özel ve kamu işlerinde
çalışmışlardır. Nitekim Hz. Ömer, Medine pazarına Şifa b. Abdullah'ı denetim
görevlisi olarak tayin etmiştir. Bu konuda, hemen bütün fakihler görüş birliği
içindedirler. Bununla birlikte, hakimlik ve üst düzey yöneticilik yapmaları
konusunda önemli görüş ayrılıkları bulunmaktadır. İslâm hukukçularının
çoğunluğu kadından hakim olmayacağı kanaatindedirler. Ancak bu görüş, açık bir
nassa dayanmayıp, toplumun gelenek ve telakkilerinden kaynaklanmaktadır.
Hanefiler ve İbn Hazm, kadınların şahitlik yapabildiği dava türlerinde hakimlik
de yapabileceği görüşündedirler. Taberî ve Hasan-ı Basrî gibi İslâm bilginleri
ise, kadınların hakim olmasına hiçbir dinî engelin bulunmadığını kabul
etmişlerdir. Bunlar da göstermektedir ki, klasik dönem İslâm bilginleri, kendi
devirlerindeki bilgi, kültür ve tecrübe birikimlerinden hareketle, kadınların
hakim olmalarıyla ilgili kanaatlerini ortaya koymuşlardır. Klasik fıkıh
kaynaklarında, kadınların üst düzey kamu yöneticisi olamayacaklarına dair
görüşler yer almaktadır. Bunlar da, yine fakihlerin kendi devirlerindeki bilgi,
kültür ve tecrübe birikiminden kaynaklanmaktadır.
Hakimlik ve yöneticilik, toplumda önemli bir kamu görevi olduğundan, İslâm
hakim ve yönetici olarak görevlendirilecek kişilerin, bu görevleri hakkıyla
yürütebilecek niteliklere sahip olmaları üzerinde durmuş, cins, yaş veya
renklere göre bir ayırım yapmamıştır. Hz. Peygamber ve sahabe döneminde
kadınlar, henüz haklarındaki olumsuz yargılar tamamen silinmemiş olduğu halde
içtihat etmiş, hüküm ve fetva vermiş, bir nevi hakimlik ve yöneticilik yapmış,
savaşlara katılmış, yönetimin kararlarını etkileyecek ölçüde siyasi
faaliyetlerde bulunmuşlardır. Ancak kadınların da sahip oldukları hak ve
yetkilerin uygulamaya geçirilmesi ve kadınların sosyal hayatta aktif rol
üstlenmeleri tamamen sosyoekonomik ve kültürel şart ve ihtiyaçlarla ilgilidir.
İslâm bu konuda temel hak ve ilkeleri belirtmekle yetinmiş, geri kalan kısmı
Müslüman toplumların kendi gelişim seyrine terkedilmiştir.
Aynı şekilde klasik kaynaklarda, devlet başkanı olmanın şartları arasında erkek
olmak zikredilmekte, "Yönetimini kadına teslim eden bir toplum iflah
olmaz"[3] hadisi delil getirilmekte ve bu görüşü desteklemek amacıyla,
devlet başkanının ordunun başında sefere çıkması, Cuma hutbesini okuması ve
namazı kıldırması gerektiği ileri sürülmektedir.
Her kamu görevinde olduğu gibi devlet başkanlığı için de liyakat şart
olduğundan, devlet başkanlığına getirilecek kişinin cinsiyetine değil, bu
göreve layık olup olmadığına bakılır. Diğer taraftan, devlet başkanının ordunun
başında sefere çıkması, Cuma hutbesini okuması ve namazını bizzat kıldırması
gerekmez. Bunların, görevlendireceği kişiler tarafından yaptırılması mümkündür.
"Yönetimlerini kadına teslim eden bir toplum iflah olmaz" anlamındaki
hadise gelince, Hz. Peygamber bu sözüyle, başkanı bir kadın olan Sâsânî
Devletinin kısa süre sonra yıkılacağını haber vermektedir. Nitekim bu devlet,
kısa bir süre sonra yıkılmıştır. Diğer taraftan Kur'an-ı Kerim'de, Sebe'
Melikesi Belkıs'tan bahsedilirken herhangi bir olumsuz ifadeye yer verilmemiş
olması, tarihte ve günümüzde başında kadın olduğu halde güçlü bir şekilde
varlığını devam ettiren ülkelerin bulunması, Hz. Peygamber'in bu sözününün
genel hüküm içermediğini göstermektedir.
Bu bakımdan İslâm'da kadının, kamu görevi yapmasını yasaklayan açık, kesin ve
bağlayıcı bir nas yoktur. Bu itibarla, gerekli fıtrî donanımı haiz, liyakatli
kadınların devlet başkanlığı da dahil, her türlü yönetimde görev almasında dinî
açıdan bir sakınca yoktur.
3. Sonuç
Yukarıda zikredilen açıklamalar ışığında;
a) İslâm'da, erkeklere tanınan temel hak ve hürriyetlerin, aynı derecede
kadınlara da tanındığına, kadın olmanın, hak ve fiil ehliyetini daraltan bir
sebep olmadığına,
b) İslâm'ı öngördüğü temel prensip ve hükümlere, genel ahlak kurallarına
uyulmak kaydıyla, kadın - erkek herkesin, çalışma, ticaret yapma ve iş hayatına
katılma hakkına sahip olduğuna,
c) Gerekli fıtrî donanımı haiz, liyakatli kadınların devlet başkanlığı da
dahil, her türlü yönetimde görev almasında dinî açıdan bir sakınca olmadığına,
Karar verildi.