Tarih: 02.06.2003
Din İşleri Yüksek Kurulu, 17.10.2002 tarihinde Kurul
Başkanı Doç.Dr.Şamil DAĞCI'nın başkanlığında toplandı.
Dinî Soruları Cevaplandırma Komisyonunca hazırlanan "Kadınların Şahitlik
ve Mirastaki Durumları" konusundaki rapor görüşüldü. Yapılan müzakereler sonunda:
İslam dininde, kadınlara yeterli değer verilmediği, kadın - erkek eşitliğinin
bulunmadığı ileri sürülmekte ve buna delil olarak da kadınların mirastaki
payları ve şahitliği gündeme getirilmektedir. Halbuki dinimizin temel kaynağı
olan Kur'an ve sünnete bakıldığında durumun böyle olmadığı açıkça
görülmektedir.
A. Kadın - Erkek Eşitliği
İslâm'a göre, kadın ve erkek eşit ve birbirini tamamlayan varlıklardır. Gerek
ontolojik olarak, gerekse dinî sorumluluk, hukukî ehliyet, temel hak ve
hürriyetler bakımından ilkesel bazda kadın erkek ayrımı söz konusu değildir.
Ancak kadının konumunun belirlenmesinde, bu ilkesel esasların yanı sıra,
İslâm'ın doğup geliştiği toplumlardaki sosyal ve kültürel çevre, özellikle
ataerkil aile yapısı etkili olmuştur. Bu durum, İslâm toplumlarında farklı
kadın anlayışlarının ortaya çıkmasının da sebebidir.
Kadın ile ilgili Kur'an ayetlerini anlamada ve yorumlamada, ayetlerin
sosyo-kültürel nüzul süreci ve lafzî anlamının yanı sıra hangi gayelerin esas
alındığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Ayrıca, kadının sosyal ve hukuki
statüsü konusunda daha ileri adımlar atılması Kur'an'ın ruhuna aykırı değildir.
Bunun yanı sıra Kur'an-ı Kerim'in ana ilkeleri ve Hz. Peygamber'in kadın ile
ilgili genel tavır ve prensipleri ışığında, cinsiyet ayırımını çağrıştıran,
kadını kadın olduğu için aşağılayan ve temel hak ve hürriyetlerden mahrum
bırakan bütün haber ve rivayetlerin ya özünden saptırılmış ya da uydurma olduğu
dikkate alınmalıdır. Söz konusu uydurma haber ve rivayetlerden dolayı, İslâm
dinini ve Peygamberini suçlama ilmî ve ahlakî değildir.
Kadına hiçbir değerin verilmediği, kız çocuğuna sahip olmanın utanç verici bir
durum kabul edildiği, bu nedenle bazen kız çocuklarının diri diri toprağa
gömüldüğü bir dönemde İslâm, davetin başladığı ilk yıllarında kadını muhatap
olarak kabul etmiş, bu konuda kadın erkek arasında herhangi bir ayrım
yapmamıştır (bk. Leyl 92/3-10).
Âl-i İmrân suresinin 195. âyetinde geçen, "sizler
birbirinizdensiniz"; Tevbe suresinin 71. âyetinde geçen "mü'min erkekler
ve mü'min kadınlar birbirlerinin dostlarıdırlar"; Bakara suresinin 187.
ayetinde geçen "onlar size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz"
ifadeleri, kadınla erkeğin birbirine denk ve birbirini tamamlayan iki unsur
olduğunu vurgulamaktadır.
Nahl sûresinin 97. âyetinde, kadın-erkek ayırımı yapmadan inanıp iyi iş
işleyenlerin, en güzel şekilde mükafatlandırılacakları bildirilmektedir. Bu
husus, Ahzab sûresinde ise,
Şüphesiz Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlar, mü'min erkeklerle mü'min
kadınlar, itaatkar erkeklerle itaatkar kadınlar, doğru erkeklerle doğru
kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, Allah'a derinden saygı duyan
erkeklerle Allah'a derinden saygı duyan kadınlar, sadaka veren erkeklerle
sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, namuslarını
koruyan erkeklerle namuslarını koruyan kadınlar, Allah'ı çokça anan erkeklerle
çokça anan kadınlar var ya, işte onlar için Allah, bağışlanma ve büyük bir
mükafat hazırlamıştır.(Ahzab 33/35)
şeklinde detaylı olarak açıklanmaktadır.
2-
Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettiğinde, erkeklerde olduğu gibi, kadınlardan
da bîat almıştır (Mümtahine 60/12). Bu, sosyal ve dinî hayatta hak ve
sorumluluk açısından İslâm dininde kadın ile erkek arasında bir ayrım
olmadığını göstermektedir.
Mücadele sûresi, örnek Müslüman kadının siyasi otorite nezdinde hakkını elde
edebilmek için gösterdiği çabaları anlatan bir sûredir. Siyasi otoritenin
itirazlarına rağmen kadın haklı davasında ısrar etmiş, uğradığı zulmü Allah'a
şikayet etmiştir. Bu kadının, haklarını elde edebilmek için gösterdiği örnek
gayret ve çaba Allah'ın takdirine mazhar olmuştur:
Allah kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının
sözünü işitmiştir. Allah, sizin sürdürdüğünüz konuşmayı (zaten) işitmekteydi.
Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (Mücadele 58/1)
Görüleceği üzere sûre, adını Hz. Peygamber ile tartışan kadın Havle b.
Sa'lebe'den almıştır. Kaynaklarda geçtiğine göre bu kadın uğradığı zulmü
gidermek için Hz. Peygamber'in huzuruna varıp, "Ey Allah'ın Elçisi! Kocam
benimle evlendiğinde ben gençtim. O zaman beni arzuluyordu. Ona birçok çocuk
verdim. Yaşımın ilerlediği bir sırada beni anasına benzeterek, yalnız
bırakıverdi. (Eğer bir yolunu bulur da aramızı düzeltebilirsen çok iyi
olur.)" diyerek eşini şikayet etmiştir. Bunun üzerine kadın henüz oradan
ayrılmadan Mücâdele sûresinin ilk âyetleri inmiştir. (İbn Mâce, Talak, 25,
Mukaddime, 13; Nesâî, Talak, 33; Ahmed b. Hanbel, VI/46)
Sonuç olarak İslâm dininde yaratılıştan gelen fizyolojik ve psikolojik
farklılıkların ötesinde, kadın ? erkek arasında bir ayrım yapılmamıştır; Allah
katında bir insan ve kul olarak her ikisi de eşittir. Kur'an-ı Kerim kadın ve
erkeğe eşit olarak hitap etmektedir. Dinî yükümlülüklerde, ibadetlerde, ahlakî
değer ve faziletlerde kadın ? erkek arasında bir fark bulunmamaktadır. İslam'da
insanlar arasında tek değer ölçüsü takvadır.
B. Kadının Şahitliği
Bazı İslam bilginleri, Kur'an-ı Kerim'deki borçlanma ayetinden hareketle, iki
kadının şahitliğinin, bir erkeğinkine denk olduğunu belirtmişlerdir. Söz konusu
ayette;
Ey iman edenler! Belirli bir süre için birbirinize borçlandığınız zaman onu
yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın.(?) (Bu işleme) şahitliklerine
güvendiğiniz iki erkeği; eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadını şahit
tutun. Bu onlardan biri unutacak olursa, diğerinin ona hatırlatması içindir.
Şahitler, çağrıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar.(?)
buyurulmaktadır (Bakara 2/282).
Görüldüğü üzere âyet, vadeli borçların şahit tutularak yazılmasının,
ihtilafları önlemek bakımından yararlı olacağını bildirmek için inmiştir. Bu
itibarla, ayette geçen yazın emri, bağlayıcı mahiyette olmayıp, tavsiye
niteliğindedir. Hemen bütün alimler bu konuda görüş birliği içindedirler.
Diğer taraftan ayette geçen "Bu onlardan biri unutacak olursa, diğerinin
ona hatırlatması içindir." ifadesi, bu ayetin tek kadının şahitlik
yapamayacağını değil, alacağın güvenceye alınması için, bir erkek yerine iki
kadının şahit tutulmasının önerildiğini göstermektedir. Nitekim, mahkemede
şahitliğin ifasında tek bir kadının şahitliğinin geçerli olduğu bu ifadeden
anlaşılmaktadır. Şöyle ki ayette mahkemede şahitliğin ifası sırasında iki
3-
kadının da bulunmasının zorunlu olduğu ifade edilmeyip, aksine birinin
unutabileceği kabul edilerek, diğerinin (yani tek bir kadının) şahitliğinin
yeterli olabileceğine işaret edilmektedir.
Şahitlikte aslolan, adaletin tesisi ve hukukun işlerliğini sağlamak için, bir
suç veya hakkın ispat edilmesidir. Hak veya suç ne ile ispat edilebiliyorsa o,
gerek hukukta ve gerekse dinimizde delildir. Nitekim sadece kadınların
şahitliğiyle sabit olabilecek hususlarda, tek başına kadının şahitliğinin
geçerli olduğu alimlerin ittifakıyla kabul edilmiştir.
Şahitlikle ilgili diğer ayetlerde, şahitlik konusunda erkek ? kadın ayrımı
yapılmamıştır:
Kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı içinizden dört şahit
getirin...(Nisa 4/15)
Ey iman edenler! Birinizin ölümü yaklaştığı zaman, vasiyet sırasında aranızda
şahitlik (edecek olanlar) sizden adaletli iki kişidir. Yahut seferde olup da,
başınıza ölüm musîbeti geirse, sizin dışınızdan başka iki kişi şahitlik eder...
(Maide 5/106)
Boşanan kadınlar iddetlerinin sonuna varınca onları güzelce tutun, yahut
onlardan güzelce ayrılın. İçinizden iki adil kimseyi şahit tutun. Şahitliği
Allah için dosdoğru yapın... (Talak 65/2)
Namuslu kadınlara zina isnad edip de sonrada dört şahit getiremeyenlere, seksen
değnek vurun... (Nur 24/4)
:
Eşlerinize zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara
gelince, onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden
olduğuna dair, Allah adına dört defa yemin ederek şâhitlik etmesi, beşinci
defada da, eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olmasını
ifade etmesiyle yerine gelir. Kadının, kocasının yalancılardan olduğuna dair
Allah adına dört defa yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defa da eğer kocası
doğru söyleyenlerden ise Allah'ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi
kendisinden cezayı kaldırır.
Erkeğin dört sefer şehadette bulunması, zina suçunun sabit olması için dört
şahit gerekmesine dayanmaktadır; dört şahit bulunmadığında "kazf"
(iftira) suçu söz konusudur. Erkek dört defa şahitlikte bulununca, kadının zina
suçundan kurtulması için, erkeğin şahitliğine karşılık dört defa şahitlik
etmesi istenmektedir. Bu da kadın ile erkeğin şahitliğinin denk olduğunu
göstermektedir, Zira, kadının şahitliği gerçekten de, erkeğin şahitliğinin
yarısına denk olsaydı; Yüce Allah ondan dört yerine sekiz kere şehadette
bulunmasını emrederdi.
Sonuç olarak, konuyla ilgili ayetler birlikte değerlendirildiğinde, kadının
şahitliğinin erkeğinkine denk tutulabileceği anlaşılmaktadır.
C. Kadının Mirasçılığı
İslam'dan önce kadının sabit ve belirli bir miras hakkı yoktu. Hatta o dönem
Arap toplumunda, kadının mirasçı olması bir tarafa, kendisi mirasa konu
olmaktaydı. İslam dini,
4-
kadına sağlanan diğer haklarla birlikte, mirasçı olma hakkını da vermiştir. Bu
hak, kadını korumayı ve hukukunu tespit etmeyi amaçlayan diğer âyetlere uygun
olarak düzenlenmiştir. Nitekim kadınlarla ilgili bir takım hukukî
düzenlemelerin yer aldığı Nisâ sûresinin 7. âyetinde şöyle buyurulmaktadır:
"Ana-baba ve akrabaların (miras olarak) bıraktıklarından erkeklere bir pay
vardır; ana-baba ve akrabaların bıraktıklarından kadınlara da pay vardır. Allah
bırakılanın azından da, çoğundan da bunları farz kılınmış birer hisse olarak
belirlemiştir".
Mirasla ilgili âyetler birlikte değerlendirildiğinde şu sonuçlar çıkarılabilir:
Kur'an'ın kadını değersiz sayması söz konusu değildir. Bilakis konu ile ilgili
âyetlerin getirdiği düzenlemeler, İslam'ın kadınların hukûkî şahsiyetlerini
tanıdığını, onların hak ve hukukunu belirlemeye özel bir itina gösterdiğini;
haklarının zayi edilmemesi için gerekli hukukî tedbirleri aldığını ortaya
koymaktadır. Nitekim Kur'an'ın, kadının da erkek gibi mirasta hak sahibi
olduğunu açık ve net bir şekilde ifade etmesi, iddia edildiğinin aksine kadına
verilen değeri gözler önüne sermektedir.
Kadının mirasta erkek gibi hak sahibi olduğu açıktır. Ancak itirazlar, niçin
mirasta kadına erkeğin yarısı kadar hisse verildiği konusunda yoğunlaşmaktadır.
Kur'an'ın kadına mirastan erkeğin payının yarısı kadar hisse vermesini
emrettiği şeklindeki genelleme konu ile ilgili âyetlerin sathî olarak
okunmasından veya kasıtlı olarak saptırılmasından kaynaklanan bir iddiadır.
İlgili âyetler (Nisa 4/11-14) dikkatlice ve herhangi bir önyargıdan uzak olarak
okunduğu takdirde, bu iddianın hiç de gerçekleri yansıtmadığı açıkça görülür.
Çünkü mirastan kadına erkeğin yarısı kadar hisse verilmesi, kadının mirasçı
olarak sahip olabileceği bütün konumlar için değil, sadece kadının aynı
babanın/ana-babanın çocuğu olarak erkek kardeşi ile birlikte mirasçı olması
durumunda söz konusudur. Nitekim âyette de "Allah size çocuklarınız
hakkında şunu emreder, (mirasta) erkeğin payı kadınınkinin iki katıdır"
buyurulmuştur (Nisa 4/11). Binaenaleyh kadına erkeğin mirastaki hissesinin yarısının
verilmesinin genel bir kural olmadığı açıkça anlaşılmaktadır. Bu sebeple
mirasçı olarak kadının konumu ne olursa olsun, İslâm dininde her halükarda
kadına erkeğin yarısı kadar pay verildiğini iddia etmek doğru değildir.
İlgili âyetlere göre şayet bir anne-babanın çocuğu vefat eder de miras
bırakırsa, ölenin çocukları da varsa, anne-babanın her birine mirasın altıda
biri verilir (Nisa 4/11). Burada görüldüğü gibi bir anne olarak kadına,
çocuğunun mirasından verilen pay, bir baba olarak erkeğe verilen paya denktir.
Bu da açıkça göstermektedir ki, kadına erkeğin payının yarısı kadar hisse
verilmesi genel bir hüküm değildir. Hatta bu âyet, ölenin çocuğu yok ise,
annenin, mirasın üçte birini alacağını da açıkça ifade etmektedir.
Konu ile ilgili âyetlerde, bir erkeğin veya kadının, anne veya babası vefat
etmişse ve çocuğu da yoksa, sadece bir erkek veya kız kardeşi varsa, mirastan
her birine eşit olarak altıda bir hisse düşeceği ifade edilerek, kadın ile
erkeğin eşit hisse alacakları hükme bağlanmıştır (Nisa 4/12). Bu hususta,
kadının hangi durumda olursa olsun, mirastan erkeğin payının yarısı kadar pay
alacağı iddiasının ne derece sathî ve maksatlı bir iddia olduğunu açıkça gözler
önüne sermektedir.
Kız ile erkek kardeşlerin birlikte mirasçı olmalarında kıza bir, erkeğe iki
hisse verilmesinin sebepleri şöyle sıralanabilir:
a) İslam hukukuna göre, ister anne, ister eş, ister kız çocuğu, isterse kız
kardeş olsun, kadının geçimi kendisine ait olmayıp; oğul, koca, baba veya erkek
kardeşin sorumluluğundadır. Çoğunlukla kadın kendisi dışında başkalarının
geçimini sağlamakla da
5-
yükümlü değildir. Erkek ise tam aksine, hemen bütün toplumlarda eşinin,
kızının, annesinin veya kız kardeşinin geçimini sağlamakla mükelleftir. Bu
sebeplerdir ki "nimet külfete göredir" esasına uygun olarak, eşinin,
kızının, annesinin veya kız kardeşinin geçimini sağlamakla yükümlü olan erkeğe,
böyle bir yükümlülüğü olmayan kadının payının iki misli verilmiştir.
b) Kadın kendi mal varlığında istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir. Kadının
malî durumu yerinde olsa dahi, ailenin harcamalarına iştirak etme zorunluluğu
yoktur. Bu açıdan bakıldığında, kadın ile erkeğin eşit pay alması durumunda,
erkek ailenin geçimini sağlamakla yükümlü olduğu halde, kadının böyle bir
sorumluluğu olmadığından denge erkek aleyhine bozulmuş olacaktır.
c) Erkek evlenirken, eşine "mehir" vermekle yükümlüdür. Kadının ise,
evlilikten doğan böyle bir yükümlülüğü olmamakta, aksine eşinden mehir almaya
hak kazanmaktadır.
d) Kadın boşandığı takdirde iddet süresinde onun barınma, yeme-içme, giyim,
tedavî gibi nafakasını ödemek kocanın görevi olduğu halde; kadının kocasına
karşı böyle bir sorumluluğu yoktur.
Görüldüğü gibi malî mükellefiyetler bakımından kadın erkeğe karşı eşit olmak
bir yana, avantajlı bir konumda bulunmaktadır. Pek çok konudaki malî
yükümlülükler erkeğe yüklenmiştir. İşte yukarıdaki sebeplerden dolayı,
kardeşler arası miras taksiminde, malî yükümlülüklerinin ağırlığına uygun
olarak erkeğe iki hisse; hemen hiçbir malî yükümlülüğü olmayan kadına ise bir
hisse verilmiştir. Bu da adalet ve hakkaniyete en uygun olan taksimdir.
Yukarıda zikredilen dayanak ve gerekçeler ışığında;
a) İslâm'a göre, gerek ontolojik olarak, gerekse dinî sorumluluk, hukukî
ehliyet, temel hak ve hürriyetler bakımından ilkesel bazda kadın erkek ayrımı
söz konusu olmadığına,
b) Şahitlik konusunda, borçlanma ayetinde belirtilen ve dönemin şartları
ışığında, kadınların ticarî faaliyetlerdeki pasif rolünden kaynaklanan
farklılığın, genel düzenleme içermediğine,
c) Konuyla ilgili ayetler birlikte değerlendirildiğinde, kadının şahitliğinin
erkeğinkine denk olduğuna,
d) Kardeşlerin miras paylaşımında kadınların payının, erkeklere nispetle farklı
olarak düzenlenmesinin, erkeğin çeşitli alanlardaki mali sorumluluğunun kadına
nispetle daha ağır olmasıyla doğrudan ilişkili olduğuna,
e) Kadının ihtiyacının daha fazla olduğu veya erkeğin mali sorumluluğun daha az
bulunduğu durumlarda, karşılıklı rıza ile bu paylaşımın daha farklı bir şekilde
yapılabileceğine,
Karar verildi.