Çocuksuz ailelerde anne adaylarından elde edilen en az 7-9 yumurta hücresi baba
adayının spermleri ile laboratuar koşullarında döllenir ve yine laboratuar
koşullarında embriyoların gelişmesi için üç gün beklenir. Elde edilen
embriyolardan iki ile üçü rahme yerleştirilir. Bu işlem başarılı bir gebeliğe
yol açarsa, hazırlanmış olan diğer embriyolara ihtiyaç kalmaz. Bu embriyolar
çiftlerin isteği doğrultusunda, daha sonra kendileri için başka bir gebelikte
kullanılmak veya başka evli ve çocuksuz çiftlere bağışlanmak üzere veya kök
hücre geliştirmek üzere dondurulmaktadır.
Tüp bebek (IVF) uygulamasının safhaları şunlardır:
1- Anneye bir takım hormonlar aşılamak suretiyle yumurtalıklar uyarılarak
birçok yumurta elde edilmekte,
2- Anne yumurtalığından alınan yumurtalar ile babadan alınan erkek tohum
hücreleri (sperm) karşılaştırılarak laboratuarda döllenmekte,
3- Birçok blastocist elde edilmekte,
4- Laboratuvar'da hazırlanmış birkaç tane blastocist anne rahimine konmakta,
5- Eğer anne hamile kalırsa diğer blastocistler yok edilmekte, yada
araştırmalarda ve bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmakta,
6- Anne veya babanın çocuk yapma kabiliyeti yoksa başka kadın veya erkeklerden
sperm veya yumurtalık elde edilmekte,
7- Anne rahmi uygun değilse taşıyıcı anne bulunmaktadır.
Şimdiye kadar hemen hemen bütün İslam alimleri, normal yoldan çocuk
sahibi olamayan eşlerin, kocanın spermi ile karısının yumurtasının dışarıda
döllenerek kadının rahmine yerleştirilmesi; ya da kocanın sperminin
mikroenjeksiyon yöntemiyle hanımının rahmine ulaştırılarak çocuk sahibi
olmalarının caiz olacağına; tüp bebek uygulaması belirlenen bu standartların
dışına çıkıldığı ve araya yabancı unsur sokulduğu; yani sperm, yumurta ve
rahimden biri karı-koca dışında başka bir şahsa ait olduğu takdirde caiz
olmamaktadır; çünkü meşrû bir çocuğun, gerek sperm ve yumurta, gerekse rahim
bakımından nikâhlı karı-kocaya ait olmasında İslam Dini'nin genel prensipleri
bakımından zaruret vardır.
Ancak tüp bebek yönteminde birden fazla blastocist üretilmesi ve bunlardan
bir kısmının ana rahmine konması ve diğer blastocistlerin yok edilmesi yada
araştırmalarda ve bazı hastalıkların tedavisinde kullanılması, tüp bebek
konusunu dini açıdan yeniden tartışılır hale getirmektedir. Çünkü, sperm ve
yumurtanın döllenmesinden itibaren, oluşan zigotu insan olarak kabul eden bilim
adamları bulunmaktadır. Buna göre insana ilk anından itibaren bir birey olarak
saygı duyulmalı, hukuki hakları tanınmalı ve ihlal edilmemelidir.
Bu sakıncayı giderebilmek için, tüp bebek uygulamasında eğer mümkünse
ihtiyaçtan fazla yumurta döllenmemeli ve bunlar ilmî-teknolojik imkânlarla
korunmalı, sadece ihtiyaç duyulan yumurtaların döllenmesiyle yetinmelidir. Aksi
takdirde fazla aşılanmış yumurtaların imha edilmesi dini yönden sakıncalı
olacaktır.
Katolik kilisesi de, tüp bebek uygulamaları sonunda elde edilen kök
hücrelerin itlafını kabul etmemektedir.
4. Yumurta/ Sperm Dondurulması ve Bağışı
İlk olarak spermin başarıyla dondurulup çözülmesinin ardından embriyonun da
dondurulmasına başlandı. Nitekim dondurulmuş ve çözülmüş insan yumurtasından
elde edilen ilk gebelik 1986 yılında Chen tarafından gerçekleştirildi. Bu ilk
başarıdan sonra dünyada birçok merkezde yumurta dondurma teknolojisinin
geliştirilmesi için çalışmalar yapıldı. Yumurta büyük ve kompleks bir yapı
olduğundan düşük ısılara karşı çok hassastır. İlk çalışmalarda olgun olmayan
yumurtaların dondurulması önerilirken, bugün yapılan çalışmalarda olgun olan
yumurtaların dondurma işlemine daha dayanıklı olduğu gösterilmiştir. Yumurta,
toplama işlemi sonrasında yumurtalar etrafındaki hücrelerden temizlenir ve
normal olan olgun yumurtalar dondurulur. Dondurma işlemi esnasında ısının hangi
hızla azalacağı, hangi koruyucu maddenin kullanılacağının seçilmesi çok
önemlidir. Yumurta dondurma işleminden sonra, dondurulmuş yumurtalar sıvı
nitrojen içerisine (-196°C) konulur. Sıvı nitrojen içerisindeki yumurta genetik
olarak uzun süre bozulmadan kalabilir. Yumurta dondurma çözme sonrası doğan
bebeklerde bir sakatlık görülmemiştir. İlk zamanlarda çözme işlemi sonrasında
yüzde 60 yumurta canlı kalırken günümüzde bu oran yüzde 80-90'lara ulaşmıştır.
Aynı zamanda, yumurta çözme işlemi sonrasında başlangıçta düşük olan döllenme
oranları mikroenjeksiyonun kullanılmaya başlamasıyla birlikte artmıştır. Bu
işlemler artık çok sık yapıldığı için konuyla ilgili banka terimi
kullanılmaktadır. Bu nedenle sperm ve yumurta bankalarının yanı sıra, günümüzde
embriyo bankalarından da söz edilmektedir.
Yumurtaları alınıp dondurularak saklanan kadınların ileride iyileşmeleri
durumunda bunlar yine kendilerine verilecekse bu durum dini açıdan bir sakınca
teşkil etmez. Ancak bu yumurtaların başka kadınlara nakledilmesi caiz değildir.
Çünkü yumurta, kromozomlar sayesinde annenin bir takım kişisel
özelliklerini/genetik şifresini taşır. Yumurta hücresi bir kadından diğerine
aktarıldığında, bütün özellikleri sahip olduğu miras hakkıyla birlikte
aktarılmış olmaktadır. Böylece bu nakil işlemi potansiyel olarak ileride ortaya
çıkabilecek dînî, hukuki, sosyal ve psikolojik vb. bir çok problemi de
beraberinde getirecektir. Bu nedenle aşılanmış yumurtaların bir başka kadında
kullanılması caiz değildir.
Sperm konusuna gelince, bankaya konan sperm, erkeğin ileride kendi nikahlı
eşinin rahmine, tüp bebek yöntemiyle yerleştirilip gebe kalmasını sağlamak
amacıyla verilecekse bu uygulama zaruret durumlarında caizdir. Ancak böyle
yapılmayıp, bankada toplanan spermler, daha sonra talepte bulunacak olan diğer
kadınlara verilecekse caiz değildir. Çünkü bu işlem, zinanın yasaklanış
gerekçelerinden birisi olan çocuğun nesebinin sahih olmaması, nesep karışıklığı
sonucunu doğuracaktır. Onun için sperm verenin de talip olup alanın da ortak
sorumluluğu vardır. Aralarında nikah bağı olmadığı için yaptıkları iş günahtır.
Kısaca sperm bankasına sperm vermek, sperm almak -nikahlı eşler arasındaki
alış-veriş hariç- haram olmanın yanısıra, sosyal bir felakettir. Çünkü
bütün ilahi dinlerin ortak beş hedefinden birisi neslin korunmasıdır. Zinanın
haram kılınmasının en önemli nedenlerinden biri de budur. Bu uygulama nesillerin
dejenere olmasına, nesebi belli olmayan çocukların dünyaya gelmesine, sperm
yoluyla stratejik amaçlı olarak bir çok hastalıkların aktarılabilme olasılığına
vb. bir çok sosyal problemlerin ortaya çıkmasına sebebiyet vereceği için caiz
değildir. Ancak çeşitli tıbbî nedenlerden dolayı kişinin kendi spermi alınıp
dondurularak daha sonra kendi nikahlı eşine verilirse bu uygulama caiz olur.
3. Kök hücre ve Tedavi Amaçlı Kullanımı Mümkün mü?
Kök hücreler hayatın temel taşları ve insan vücudunu oluşturan ana hücrelerdir.
Kök hücreler, sınırsız bölünme, her türlü vücut hücresine dönüşebilme ve yeni
görevler üstlenme imkân ve özelliğine sahiptir. Kök hücre araştırmaları
günümüzün en önemli, aynı zamanda en tartışmalı konusunu oluşturmaktadır. Doku
ve organları yenileme bağlamında ki üstün potansiyelinin yanı sıra, doku
harabiyeti ve/veya kaybı sonucunda ortaya çıkan pek çok hastalığın ve
bozukluğun tedavisine (sağaltımına) yönelik tıp dünyasında ve toplumda büyük
beklentiler doğurmaktadır.
Kök hücrelerin bir kaynağı yetişkin kemik iliğinden elde edilen dokulardır.
Ancak araştırmalar erişkin bireylerin farklılaşmış olan dokularında bulunan bu
tür kök hücrelerin farklı yönlerde gelişme yeteneklerinin oldukça kısıtlanmış
olduğunu ortaya koymaktadır. Beklentilere gerçek anlamda karşılık verme
potansiyeli taşıyan embriyonal kök hücreler için kullanılması söz konusu
olabilecek kaynaklar ise yukarıda da belirtildiği gibi tartışmalıdır. Bunlar
insanda tüp bebek uygulamalarından arta kalan, kullanılmayan embriyolar ya da
gebeliğin sonlandırılmasıyla ceninden elde edilen doku örnekleri
olabilmektedir. Kök hücrelerinin genelde insan embriyosundan elde edilmesi bazı
çevrelerce insan yaşamına müdahale olarak görülmekte, ayrıca kök hücrelerinde
yürütülen çalışmaların insan kopyalamasına bir zemin oluşturması ihtimali dünya
kamuoyunda insan yaşamının ne zaman başladığına dair etik, hukuksal ve yasal
tartışmalara yol açmaktadır. Bu tartışmalar en yoğun şekilde Batı ülkelerinde
kök hücre araştırmalarını sınırlandıran ve hatta engelleyen bir boyut kazanmış,
sonuçta bu alandaki araştırmalar Güney Kore gibi gelişmekte olan ülkelere
kaymaya başlamıştır.
Kök hücre araştırmalarında bugüne kadar ulaşılan nokta gerçekten gelecek için
büyük umut vaat etmektedir. Kök hücre araştırmaları istenildiği doğrultuda
gelişirse, bazı hastalıkların hücre düzeyinde tedavileri yapılabileceği gibi,
hücre ve organların nakli için de yeni bir kaynağı oluşturabilecektir. Kök
hücrelerinin üzerinde yürütülecek temel bilimsel araştırmaların yakın gelecekte
klinikte tedavisi mümkün olmayan birçok hastalığın tedavisinde önemli açılımlar
getirmesi beklenmektedir. Böylece, kendini yenileme ve onarma kapasitesi
olmayan hücrelerin kaybına bağlı olarak gelişen hastalıklar tedavi
edilebilecektir. Bunlar arasında Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığı,
multipl skleroz, kaza sonucu oluşan felçliler ve sinir hücrelerinin yıkımı ile
ilgili diğer hastalıklar, kalp krizi sonucu oluşan kalp yetmezliği, osteoartrit
(kemik ve eklem iltihapları) veya çeşitli nedenlerle oluşan kıkırdak ve kemik
kayıpları, kanser ve bağışıklık sistemi hastalıkları ile şeker hastalığı
sayılabilir.
Kök hücreleri, bölünerek kendilerini yenileyen ve kan, karaciğer ve kas gibi
özelleşmiş görevler üstlenen organları oluşturabilecek biçimde farklılaşabilen
hücrelerdir. Bu hücreler totipotent (her yönde farklılaşma yeteneği olan) ve
pluripotent (çok yönlü farklılaşma yeteneği olan) kök hücreleri olarak iki
grupta incelenmektedirler. Embriyoda erken dönemde bulunan totipotent kök
hücreleri embriyonik kök hücre olarak adlandırılır ve bunlar in vitro
döllenmeyle geliştirilen, ancak ihtiyaç fazlası olan embriyolardan veya istem
üzerine sonlandırılan gebeliklerden elde edilmektedir. Yine yetişkin
bireylerden elde edilen, embriyonik kök hücreleri gibi topipotent ya da bir
takım yöntemlerle çoğaltılabilen yetişkin kök hücreleridir. Bunlar kemik
iliğinde, bebek göbek kordon kanında ve kanda bulunan ve yetişkinde de özel
yöntemlerle ve belli büyüme faktörlerinin yardımı ile çoğaltılabilen ve
gelişimler sonunda kan hücrelerine dönüşebilen kök hücreleridir. Embriyonik kök
hücrelerden insan vücudunu oluşturan 200 farklı tipteki farklılaşmış hücreden
herhangi biri gelişebilirken, yetişkin kök hücrelerinden sadece bir ya da
sınırlı sayıda tipteki hücrenin gelişmesi mümkündür.
ABD, İngiltere ve Avustralya başta olmak üzere birçok ülkede embriyonik kök
hücrelerin deneysel araştırmaları tamamlanmış olup, hayvanlar üzerinde
uygulamaları uzun süredir gerçekleştirilmektedir. İnsanda uygulamaya ait bazı
elektronik veriler olmakla birlikte, henüz bilimsel otoriteler tarafından kabul
gören başarılı uygulamalar gerçekleşmiş değildir. Kök hücreleri in-vitro kültür
şartlarında üretilirken, bazen istenmeyen ve organizmaya zararlı olabilecek
genetik mutasyonlara uğrayabilmektedir. Buna ek olarak, kök hücre araştırmaları
henüz tedavi amacıyla uygulanacak ürünleri vermekten uzak görünmektedir.
Kök hücre konusunun dini açıdan değerlendirilmesine gelince; kök hücre
konusunda her geçen gün yeni şeyler öğrenmekteyiz. Öğrendikçe de geçmişte konu
ile ilgili bilinenler tartışılır hale gelmiş, konunun dini boyutu da özel bir
önem kazanmıştır. Ortaya çıkan tabloya göre, tüp bebek konusu dahil birçok konu
yeniden değerlendirilmeye muhtaçtır.
Hıristiyanlık dünyası kök hücre konusunda fikir birliği içinde olmasa da
birbirine yakın görüşlere sahiptir.
Katolik dünyasına göre, insan embriyosu değerlidir ve zigota insan muamelesi
yapılmalıdır. Bunlar imha edilemez veya saklanamaz, araştırmalarda dahi
kullanılamaz. Tabii ki, bedenin dışında döllenme teknolojisi olan tüp bebek
uygulamasına da aynı gerekçelerle sıcak bakılmamaktadır. Bununla birlikte
Kilise, yetişkin kök hücrelerinin kullanılmasına ise tam destek vermektedir.
Evangelist ve Katolik Bişoplar Kilise'ne göre, embriyonik kök hücrelerin
kullanımı, oluşmakta olan çocuğu korumak için, Almanya'da kesin olarak
yasaklanmıştır. Ancak Alman parlamentosunun insan embriyoları öldürülerek elde
edilen kök hücrelerin belirli koşullarda ithaline izin veren kararı Evangelist
ve Katolik Bişoplar kiliseleri üzerinde şok etkisi yapmış ve ceninin döllenme
anından itibaren insan olduğunu ve insan hayatının koruma altında olması
gerektiğini ifade etmişlerdir.
.
Protestan kilisesi ise, insan embriyosu konusunda diğer kiliselerden farklı
düşünmemekle birlikte kök hücre konusunda araştırmaların devam etmesinden yana
olduklarını deklare etmişlerdir.
İslam dini ise; insan ve toplum için yararlı olabilecek her türlü çalışmayı
teşvik etmektedir. Ancak bunların hukuki, ahlaki ve manevi değerler açısından
problem oluşturacak ve insanlık için tehlike arz edecek noktalara getirilmesini
de onaylamaz. Bu alanda gerekli önlemlerin alınmasını öngörür. Esasen,
teknolojinin insanlık yararı için kullanılması, bilim ve hukuk otoritelerince
de savunulmaktadır. Bu itibarla, hangi şekilde olursa olsun, insana, çevreye,
ekolojik dengeye ve topluma zarar vermemek kaydıyla, genler üzerinde biyolojik
ve tıbbi nitelikli çalışmalar yapmak, İslam açısından bir sakınca
taşımamaktadır. Hatta, İslâm, insanlığa hizmet gayesi taşıyan bu ve benzeri
çalışmaları takdir ve teşvik etmektedir. Önemli olan, varılan bilimsel
sonuçların insanlığın hayrına kullanılmasıdır.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, İslam hukukunda dünyaya sağ gelmesi şartıyla
cenin miras hakkı olduğu kabul edilmiştir. Bu gerçek 1883 yılında insan
embriyosu bilimi tarafından da deklare edilmiş ve bugün de aynı kanaat devam
etmektedir. Bu nedenle insana ilk anından itibaren bir birey olarak saygı
duyulmalı, hukuki hakları tanınmalı ve ihlal edilmemelidir.
Bu itibarla, embriyonik kök hücreler değil de vücudumuzun organlarından alınan
özelleşmiş yetişkin hücrelerinin de aynı fonksiyonu icra edebileceğine dair
yapılan çalışmalar olumlu sonuç verir ve bunların tedavi amaçlı kullanımı
mümkün hale gelirse, bu takdirde insan olma potansiyeli taşıyan kök hücrelerin
yedek parça gibi kullanımı söz konusu olmayacaktır. Dolayısı ile tıp dünyasının
bağımsız bir canlı olma potansiyeli kalmamış, özelleşmiş yetişkin kök
hücrelerinin tedavi amaçlı kullanımı üzerinde yoğunlaşmaları gerekmektedir.
Bunun ise, dînî ve ahlâkî açıdan organ naklinden bir farkı olmayacaktır.
Ancak, özelleşmiş yetişkin hücrelerden embriyonik kök hücrenin özelliklerini
taşıyan kök hücre elde edilememesi durumunda ve başka tedavi imkanının
bulunmaması halinde, ticari ve her türlü kötü amaçlı kullanımı engelleyici
tedbirleri almak kaydıyla tüp bebekten arta kalan blastocistler, tedavi amaçlı
olarak kullanılabilir.
4. Cinsiyet Tayini:
Erkek cinsiyetini belirleyen "Y" kromozomlu bir spermatozoid
tarafından aşılanan yumurtadan erkek çocuk; "X" kromozomlu bir
spermatozoid tarafından aşılanan yumurtadan ise kız çocuk doğmaktadır. Demek
oluyor ki, doğacak olan çocuğun cinsiyeti aşılanma (döllenme) sırasında
kesinleşmekte ve bu da yumurtaya giren spermatozoidin taşıdığı cinsiyet
kromozomunun çeşidine göre olmaktadır. Çocuğun cinsiyetini tespit etmek tıp
bilimine göre mümkündür.
Ancak doğacak çocukların cinsiyetinin belirlenmesi şimdiden öngörülmeyecek
başka demografik ve ekolojik sorunlar ortaya çıkarabileceği cinsiyetlerin
dağılımı konusunda var olan dengenin bozulmasına yol açabileceğinden, herhangi
bir zorunluluk olmadıkça yapılması uygun değildir. Nitekim Asya ve Doğu
ülkelerinde aileler, genelde erkek çocuk istemektedirler. Bizim toplumumuzda da
durum farklı değildir. Bu da dünyadaki dengenin erkek çocuğun lehine
bozulabileceğini göstermektedir. Bu ise, sünnetullaha aykırıdır. Zira
Kur'ân'da, "Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah'ındır. O,
dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine erkek çocukları verir.
Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak üzere çift verir, dilediği kimseyi de
kısır yapar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir, hakkıyla gücü
yetendir" (Şûrâ 42/49-50) buyrularak insanların erkek veya kız olmasının
Allah tarafından belirlendiği ifade edilmiştir.
Pek çok uluslararası temel metinde, örneğin Avrupa Konseyinin Biyoetik
Komisyonunun raporlarında ve yakın geçmişte Kahire'de 238 ülkenin katılımıyla
gerçekleştirilen Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı toplantısının sonuç
metninde de konu ele alınmış ve tıp dışı nedenlerle gerçekleştirilen cinsiyet
seçimi uygulamaları uygun görülmemiş ve buna karşı önlem alınması gerektiği
dile getirilmiştir.
Bu itibarla tıbbi bir zorunluluk bulunmadıkça cinsiyet tayinine gidilmesi dinen
uygun değildir.
5. Preimplantasyon Genetik Tanı Nedir?
Preimplantasyon genetik tanıyla birkaç kez tüp bebek tedavisi yaptırıp çocuk
sahibi olamamış çiftlerde gebelik şansı artırılmakta ve düşük ihtimali
azaltılmaktadır. Bu uygulamayla bebekte ortaya çıkabilecek çok önemli genetik
rahatsızlıkların bir bölümü embriyoların ana rahmine yerleştirilmeden önce
bulunup tedavi edilmesi mümkün olabilmekte, böylece sakat çocukların dünyaya
gelmesinin de önüne geçilebilmektedir.
6. Kürtaj:
Henüz dört aylık olmayan gebeliğe son verilebileceği görüşünde olan bazı
fakihler varsa da, gebelik gerçekleştikten sonra, dört aylık süre içinde de
olsa, bir zaruret olmaksızın rahimdeki nutfe ve ceninin gerek ilaç, gerekse
diğer etki ve işlemlerle düşürülmesi veya aldırılması (kürtaj) İslam
bilginlerinin büyük çoğunluğu tarafından caiz görülmemiştir. Dört aylıktan
sonra ise, annenin hayatının kurtarılması dışında bir sebeple gebeliğe son
vermenin (kürtajın) haram ve cinayet hükmünde olduğunda İslam müctehit ve
fakihleri ittifak etmişlerdir.
Sonuç olarak denilebilir ki, gebeliği önleyici tedbirlere başvurarak doğumu
kontrol altında bulundurmak, istenmeyen durumlarda gebeliğe engel olmak caiz ve
mümkündür. Ancak, gebelikten sonra, annenin hayatî tehlikesi gibi haklı, kesin
ve meşru bir zaruret olmaksızın, düşürmek veya aldırmak (kürtaj) yolu ile bir
canlının hayatına son verilmesi caiz değildir.
Gebeliği önleyici tedbirlere başvurarak doğumu kontrol altında bulundurmak,
istenmeyen durumlarda gebeliğe engel olmak caiz ve mümkündür. Ancak, gebelikten
sonra, haklı, kesin ve meşru bir zaruret olmaksızın, düşürmek veya aldırmak
(kürtaj) yolu ile bir canlının hayatına son verilmesi caiz değildir.
7. Embriyo ve Anne Rahmindeki Bebeğin Hakları Nelerdir?
İslam hukukunda dünyaya sağ gelmesi şartıyla ceninin miras hakkı olduğu kabul
edilmiştir. Türk Medeni Kanununda da şahsiyetin başlangıcı çocuğun sağ olarak
bütünüyle doğduğu andır. Çocuk sağ doğmak kaydıyla ana rahmine düştüğü andan
itibaren medeni haklardan istifade eder.