ORUÇ Imsak vaktinden iftar vaktine kadar yemek, içmek ve cinsî münasebetten uzak
durmak demektir. Imsak vakti, baska bir deyisle oruç yasaklarinin baslama vakti,
fecr-i sâdik, yani tan yerinin agarmasidir. Bununla yatsi namazinin vakti çikmis,
sabah namazinin vakti girmis olur. Bu vakit ayni zamanda sahurun sona erip, orucun
basladigi vakittir. Iftar vakti ise, oruç yasaklarinin sona erdigi, günesin batma
vaktidir. Bu vakitle birlikte aksam namazinin vakti girmis olur. Akilli, bulug çagina
erismis Müslüman'in Ramazan orucunu tutmasi farzdir. Ancak oruç tutamayacak kadar
hasta olanlar ile yolculukta bulunanlar oruç tutmayabilirler. Hastalar iyilestiklerinden,
yolcular da memleketlerine döndükten sonra tutmadiklari oruçlari kaza ederler. Hasta
olan kisinin iyilesme ihtimali yoksa, tutmadigi her gün için bir fidye verir; yani
bir fakiri bir gün doyurur. Hayiz ve nifas halindeki kadinlar, bu günlerinde oruç
tutmayip daha sonra gününe gün kaza ederler. Ramazan orucunu kasten ve isteyerek
bozan kisi, bozdugu orucu kaza eder ve keffaret öder. Orucun keffareti, iki ay üst
üste oruç tutmak, buna gücü yetmezse 60 fakiri doyurmaktir. Adak oruçlarin tutulmasi
ile bozulan nafile oruçlarin kaza edilmesi vaciptir. Bunlarin disinda kalan ve mekruh
olmayan oruçlar ise nafile oruçlardir. Ramazan Bayraminin birinci günü ile Kurban
Bayraminin dört gününde oruç tutmak tahrimen mekruhtur. Muharrem ayinin sadece onuncu
gününde, yalniz cuma veya cumartesi günlerinde oruç tutmak, yilin tamamini oruçlu
geçirmek ve aksam iftar etmeksizin birlestirerek oruç tutmak ise tenzihen mekruhtur.
(I.P.)
SAHUR Oruç tutacak kisilerin imsak vaktinden önce gece yedikleri yemege sahur denir.
Sahur oruca dayanma gücü verdiginden, sahura kalkmak müstehaptir. Hz. Peygamber,
"Sahur yiyiniz; çünkü sahurda bereket vardir." buyurmustur (Buhârî, Savm, 20; Müslim,
Siyam, 9). Iftarda acele etmek, sahuru geciktirmek sünnettir. Ayrica sahur vakti,
dualarin makbul oldugu vakitlerden biridir. (I.P.)
İMSAK Sözlükte "kendini tutmak, engellemek, el çekme, geri durma" anlamlarına gelen
imsâk, dinî bir kavram olarak, imsak vaktinden, iftar vaktine kadar yemeden, içmeden,
cinsî münasebetten ve diğer orucu bozan şeylerden uzak durmak, el çekmek demektir.
İmsakın zıttı iftardır. İslâm'ın temel esaslarından biri olan orucun, tek rüknü
imsâktır. Kur'ân-ı Kerim'de, "Artık (Ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve Allah'ın
sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden
(karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın."
buyurulmaktadır (Bakara, 2/187). İmsak vakti, başka bir deyişle oruç yasaklarının
başlama vakti, fecr-i sâdık, yani tan yerinin ağarmasıdır. Bununla yatsı namazının
vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur. Bu vakit aynı zamanda sahurun sona
erip, orucun başladığı vakittir. İftar vakti ise, oruç yasaklarının sona erdiği,
güneşin batma vaktidir. Bu vakitle birlikte akşam namazının vakti girmiş olur. Gündüz
ve gecenin tam olarak teşekkül etmediği yerlerde, imsak ve iftar vakitleri, buralara
en yakın normal bölgelere göre belirlenir. (İ.P.)
İFTAR Dinî bir kavram olarak iftar, orucu açmak, oruçluya orucunu açtırmak, başlanmış
orucu bozmak veya hiç oruç tutmamak anlamlarına gelmektedir. Genel olarak iftar
oruca aykırı davranışta bulunma manasına gelmekle birlikte, yaygın olarak, oruçlu
kimsenin vakti gelince usulüne uygun biçimde orucunu açması için kullanılmaktadır.
İslâm'ın beş esasından birisi olan oruç; imsak vaktinden iftar vaktine kadar yemek,
içmek ve karı-koca ilişkilerinden uzak durmaktır. İftar vakti ise, "Sonra akşama
kadar orucu tamamlayın." âyetinde de (Bakara, 2/187) belirtildiği gibi akşamdır.
Herhangi meşru bir mazeret bulunmaksızın, iftar vaktinden önce orucun bozulması
helâl değildir; bozan kişi günah işlemiş olur. Ancak hastalık, düşkünlük, ihtiyarlık,
zorlama, yolculuk gibi durumlarda orucun bozulmasına izin verilmiştir. Hz. Peygamber,
iftar vakti girdikten sonra, oruçlunun iftarda acele etmesini ve oruçlarını hurma
veya tatlı bir şeyle, ya da su ile açmalarını tavsiye etmiştir (Buhârî, Savm, 45;
Müslim, Sıyam, 48; Ebû Dâvûd, Savm, 21). Oruç açılırken dua etmek sünnettir. Hz.
Peygamber, iftar esnasında yapılan duaların kabul edileceğini müjdelemiş ve kendisi
de, "Allâh'ım! Senin rızân için oruç tuttuk, Senin verdiğin rızıkla orucumuzu açtık,
bizden kabul buyur; çünkü Sen her şeyi işiten ve bilensin" şeklinde dua etmişlerdir
(İbn Mâce, Sıyâm, 48; Dârekutnî, II/185). İftar konusunda Hz. Peygamber'in sünnetinden
hareketle, İslâm toplumlarının kültürel birikim ve farklılıklarından kaynaklanan
çeşitli âdet ve gelenekler oluşmuştur. Rasûlullah'ın "oruçluya iftar ettiren kimse,
onun alacağı kadar sevap kazanır; oruçlunun sevabında da bir eksilme olmaz" hadisinden
(İbn Mâce, Sıyâm, 45) hareketle, halkımız arasında iftar konusunda çok güzel gelenekler
gelişmiştir. (İ.P.)
KEFFARET Örtmek anlamına gelen "kefr" kelimesinden türetilen keffâret, sözlükte
kusur veya günahı örten, izâle eden şey anlamına gelmektedir. Aynı kökten türeyen
keffere fiili, Kur'ân-ı Kerim'de günahları örtmek anlamında kullanılmıştır (Âl-i
İmran, 3/193; Mâide, 5/45, 65; Muhammed, 47/2). Allah Teâlâ, kullarının işledikleri
hata ve günahları çeşitli vesilelerle affetmektedir. İstigfar ve keffâret, bunlardandır.
Bu çerçeveden olarak Kur'ân'da, iyiliklerin kötülükleri sildiği haber verilmektedir
(Hud, 11/114). Hz. Peygamber de, kılınan namazın, büyük günahlardan kaçınmak şartıyla
bir önceki namazla arasında işlenen günahlara keffâret olacağını, Cuma namazının
iki Cuma arasında işlenen günahlara keffâret olacağını bildirmiştir (Müslim, Taharet,
5). Bir fıkıh terimi olarak keffâret, sözlük anlamına yakın olarak, oruç ve yeminin
bozulmasında, zıharda, hac cinâyetlerinde ve hata ile öldürmelerde, günahı affettirmek
için meşru kılınan ibadet mahiyetindeki davranışlardır. Kur'ân-ı Kerim'de, keffâret
kelimesi ıstılah manasında iki yerde geçmektedir (Mâide, 5/89, 95): a) Ramazan ayında,
farz olan orucu tutarken, meşru bir mazereti olmaksızın bilerek ve isteyerek orucu
bozan kişi, keffâret olarak köle azat eder, bunun mümkün olmaması halinde iki ay
üst üste oruç tutar, buna da gücü yetmez ise altmış fakiri sabah ve akşam doyurur
veya yemek parasını verir. Yemek parasını 60 günde bir fakire verebileceği gibi,
bir günde 60 fakire de verebilir. Bir günde hepsini bir fakire vermesi caiz değildir.
Keffâret olan oruca kamerî ayın ilk gününde başlamış ise iki ay, daha sonra başlamış
ise 60 gün ara vermeden oruç tutar. Kadınların ay halleri dışında ara verilmesi
halinde yeniden başlar. Kadınlar ise, ay hallerinde oruca ara verirler ve biter
bitmez, ara vermeden kaldığı yerden devam ederler. b) Zıhar, bir erkeğin eşini veya
bir uzvunu, kendisine ebediyen haram olan bir kadına veya uzvuna benzetmesidir.
Böyle zıharda bulunan kişi, eşiyle münasebette bulunmadan oruçta olduğu gibi keffâret
ödemesi gerekir. (bk. Zıhar) c) Hac veya ihram cinâyetlerinden birini işleyenler,
cinâyetin şiddetine göre keffâretle yükümlü olurlar. (bk. Cinâyet, Bedene, Dem)
d) Bilerek yapılan yeminlerin bozulmasında, keffâret olarak on fakir sabah akşam
doyurulur veya giydirilir. Buna gücü yetmeyen ise, üç gün peşpeşe oruç tutar. (bk.
Yemin) e) Hata ile adam öldüren kimse de, keffâret olarak Müslüman bir köle azat
etmesi gerekir. Bunu bulamayan kimse iki ay ara vermeden oruç tutar (Nisâ, 4/92).
(İ.P.)
FİDYE Sözlükte "bir kimseyi bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmak için ödenen bedel"
anlamına gelen fidye, bir fıkıh terimi olarak, esaretten kurtulmak için ödenen bedeli
veya bazı ibadetlerin eda edilmemesi ya da edası sırasında birtakım kusurların işlenmesi
halinde ödenen dinî-malî yükümlülüğü ifade eder. Fidye kelimesi Kur'ân-ı Kerim'de,
iki âyette terim manasında (Bakara, 2/184, 196) ve bir âyette de sözlük anlamında
(Hadîd, 57/15) geçmektedir. Esaretten kurtulmak için ödenen fidyeye kurtuluş fidyesi
denir. Savaş esnasında ele geçirilen esirler, düşmanın Müslüman esirlere yaptığı
muameleye, hal ve şartlara göre, fidye karşılığı salıverilebilir. Hz. Peygamber,
Bedir'de esir almış olduğu müşrikleri fidye karşılığı serbest bırakmış, parası olmayanları
da, on Müslüman'a okuma-yazma öğretmesi mukabilinde serbest bırakılacağını ilan
etmiştir. İbadetlerle ilgili fidye ise, oruç ve hacda söz konusu olmaktadır. İhtiyarlık
ve şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimse, daha sonra kaza
etmesi mümkün olmadığından her gününe karşılık bir fidye öder. Bu durumdaki bir
kimsenin fidye ödemesi vaciptir. Kur'ân-ı Kerim'de, "Oruç tutmaya güç yetiremeyenler,
bir fakir doyumu kadar fidye öder." (Bakara, 2/184) buyurulmaktadır. Bu âyetten
hareketle fidye miktarının, bir kişiyi bir gün için doyuracak yiyecek olarak anlaşılmıştır.
Hac ve umre için ihrama giren kişilere bazı hususlar yasaklanmıştır. Bu fiillerden
birini işleyen kimsenin keffâret ödemesi gerekir. Bu Kur'ân-ı Kerim'de fidye olarak
isimlendirilmektedir (Bakara, 2/196). Hastalık veya başka bir sebeple ihram yasaklarından
birini çiğnemek zorunda kalan kimse, fidye olarak üç gün oruç tutma veya altı fakiri
doyurma ya da kurban kesme hususunda muhayyerdir. Bu yasakları kasten çiğneyen kimse
ise, işlediği cinâyetin türü ve şiddetine göre, kurban keser veya sadaka verir.
Fidye olarak kesilen kurbanlar Harem bölgesinde kesilmesi gerekir. Oruç tutma ve
fakir doyurma ise, her yerde olabilir. Bütün fakihlere göre, kasten çiğnenen bir
ihram yasağı için fidye ödemenin yanında ayrıca işlediği günahtan dolayı tövbe etmesi
gerekir. (İ.P.)
SADAKA-i FITIR Halk arasında fitre de denilen sadaka-i fıtır, sadaka kelimesi ile
iftar etme, Ramazan Bayramı, yaratılış anlamına gelen fıtır kelimesinin bileşiminden
meydana gelmiştir. Sadaka-i fıtır, dinen zengin olarak Ramazan ayının sonuna yetişen
Müslümanın belirli kimselere vermesi vacip olan bir sadakadır. Sadaka-i fıtır, borcundan
ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak nisâp miktarı mala sahip olan her Müslümana
vaciptir. Bunda, zekatta olduğu gibi, malın nâmî olması ve üzerinden bir yıl geçmesi
gibi bir şart söz konusu değildir. Dinen zengin olan çocuk ve delinin malından velî
veya vasîsinin vermesi gerekir. Bu sadakanın vacip olma zamanı Ramazan bayramının
birinci günü olmakla birlikte, bayramdan önce de verilebilir. Hatta bu daha iyidir.
Bununla birlikte, bayram günü veya daha sonra da verilebilir. Sadaka-i fıtır, Hz.
Peygamber devrinde 1 sa' (2917 gr.) buğday, arpa, kuru üzüm ya da hurma olarak verilmekteydi.
Bunlar o dönemde, toplumun temel tüketim maddeleri olup, miktarlar arasında da denklik
bulunmaktaydı. Diğer taraftan fitrenin hedefi, bir fakirin içinde yaşadığı toplumun
hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanması, böylece bayram sevincine
iştirak etmesidir. Bu sebeplerle, günümüzde sadaka-i fıtırın sayılan bu maddelerden
ve belirtilen ölçülere göre verilmesi, sadakanın gayesini gerçekleştireceği söylenemez.
Bu nedenle, günümüzde sadaka-i fıtrın belirlenmesinde, bir kişinin bir günlük normal
gıda ihtiyacını karşılayacak miktarın ölçü alınması gerekir. Dinen zengin sayılanlara,
usul (anne, baba, dedeler ve nineler), furua (oğul, kız ve torunlar) ve bakmakla
yükümlü olduğu kimselere sadaka-i fıtır verilmez. Bir kimse, fitresini bir fakire
verebileceği gibi, birkaç fakire de dağıtabilir. (İ.P.)
BAYRAM Uluslara ait toplu sevinç, mutluluk ve ortak kutlama vesilesi olarak kabul
edilen belirli zamanlar için kullanılan bir terimdir. İslâm dininde Ramazan ve Kurban
Bayramı olmak üzere iki bayram bulunmaktadır. Ramazan Bayramı; Ramazan ayının sonunda,
Şevval ayının birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde kutlanır. Kurban Bayramı ise,
Zilhicce ayının on, on bir, on iki ve on üçüncü günleridir. Bu bayramın ilk üç gününde,
zengin olan Müslümanların kurban kesmeleri vacip olduğundan Kurban Bayramı denilmiştir.
Bayram günlerinde, inananlar birbirlerini ziyaret ederler, dargınlar barışır, dostluklar
pekişir. Bunun yanında, ölüler anılır, fakirler unutulmaz, yardımlar yapılır, çocuklar
sevindirilir, hediyeler verilir. (İ.P.)
BAYRAM NAMAZI Bayram Namazı Bayram namazı, biri Ramazan Bayramı ve diğeri Kurban
Bayramında olmak üzere yılda iki defa kılınan iki rekatlık bir namazdır. Hanefî
mezhebine göre, Cuma namazı kılmak farz olan kimselerin bu namazı kılması vaciptir.
Bayram namazının sıhhatinin şartları, hutbe hariç, Cuma namazının şartları gibidir.
Farklı olarak bu namazda hutbe sünnetidir. Bayram namazı cemaatle kılınan namazlardan
olup, tek başına kılınmaz. Bu namazın kılınışında diğer namazlardan farklı olarak,
birinci rekatta iftitah tekbiri ve "sübhaneke" duasının okunmasından sonra, Fatiha
sûresinin okunmasından önce üç ve ikinci rek'atte rükudan önce üç olmak üzere fazladan
altı tekbir alınır. Bunlara zevâid tekbirleri denir. Namaz tamamlandıktan sonra
hutbe okunur. Bayram namazının vakti, kuşluk vaktidir. Bir mazeret sebebiyle birinci
günü bayram namazı kılınamamış ise, Ramazan bayramında ikinci; kurban bayramında
ise ikinci ve üçüncü günler kılınabilir. Bayram namazında imama birinci rekatta
zait tekbirlerden sonra yetişen kişi, iftitah tekbirini aldıktan sonra peşinden
zait tekbirleri de alır. Rükûda iken yetişir ise, ayakta tekbir alıp imama uyar
ve rükûa giderek burada tesbihlerin yerine elleri kaldırmaksızın zait tekbirleri
alır. İkinci rekatta yetişen kimse ise, imam selam verdikten sonra, ayağa kalkıp
önce kıraatleri tamamlar sonra zait tekbirleri alır. (İ.P.)
CAMİLERİN YÖNETİMİ YETKİSİ MADDE 16- (1) Hakikî ve hükmî şahısların mülkiyetinde
bulunan bütün cami ve mescitlerin yönetimi ve denetlenmesi görevi, Diyanet İşleri
Başkanlığı Görev ve Çalışma Yönergesi’nin 90’ıncı maddesinde müftülüklerin görevleri
arasında sayılmış; imam-hatibin görevlerini tadat eden 107’nci maddesinin (o) bendinde
de; “Görevli bulunduğu caminin yönetiminden sorumlu olmak, gideremediği noksanlıkları
müftülüğe bildirmek” ve camilerin yönetimi ile ilgili 118’inci maddesinde “Camilerin
yönetimi imam-hatiplere aittir. Camide müezzin de bulunması halinde, müezzin cami
hizmetlerinin yürütülmesinde imam-hatibin yardımcısıdır. Birden fazla imam- hatibi
veya müezzin-kayyımı bulunan camilerde, bu görevlilerden biri memuriyetteki kıdemi,
öğrenim durumu ve görevindeki başarısı dikkate alınarak müftülükçe “Baş İmam-Hatip”
veya “Baş Müezzin-Kayyım” olarak görevlendirilir. Baş imam-hatip bulunan camilerde
din hizmetlerinin yönetimi ile düzenli bir şekilde yürütülmesinden birinci derecede
baş imam-hatip, baş imam-hatibin bulunmadığı hallerde diğer imam-hatip sorumludur.
Bu gibi camilerde cuma ve bayram hutbelerinin kim tarafından okunacağı müftülükçe
tespit edilir. Müezzinlik hizmetlerinin yürütülmesinden de baş müezzin-kayyım sorumludur.”
şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre, bütün camiler Başkanlığın izniyle ibadete
açılacak ve Başkanlıkça yönetilecektir. (2) Bu düzenleme çerçevesinde, Başkanlık
adına bütün cami ve mescitlerin yönetimi ve denetlenmesi görevi müftülüklerdedir.
(3) Camilerin yönetiminden imam-hatipler, bulunmadıkları zamanlarda müezzin-kayyımlar
sorumlu olacaklardır. (4) Kadrolu görevli bulunmadığı zaman, ilgili yönetmeliğe
göre meslekî ehliyetleri belirlenen ve görevlendirilenler, camilerin yönetiminden
sorumlu olacaklardır.
CAMİLERİN YÖNETİMİ İLE İLGİLİ İŞLER MADDE 17- (1) Cami görevlileri, namaz öncesi
veya sonrası Kur’ân okuyacaklar, okudukları âyetlerin Türkçe meâlini verecekler
ve ilmihal bilgileriyle cemaati aydınlatacaklardır. (2) Vakit namazlarında camiyi
gezmek ve toplu halde kılınan namazı izlemek isteyen yerli ve yabancı turist gruplarının
cami içinde girebilecekleri yerler müftülükçe tespit edilecek ve ayrılan kısımlar
(sağ ve sol cenahtaki mahfil altları veya arka maksureler gibi) bir sütre ile belirtilecektir.
Turistlerin; ziyaretlerinde, cami adabına uygun kıyafetle camiye girmeleri sağlanacaktır.
(3) Camilerde film çekmek, hat ve tezhip gibi sanat eserleri ile tarihî tabloları
görüntülemek, araştırma ve incelemede bulunmak isteyenlere ilgili mülkî âmirden
alınan izin üzerine müsaade edilebilecektir. (4) Camilerde araştırma yapılması,
film ve fotoğraf çekilmesi konusunda, 06 Kasım 1999 tarihli ve 23868 sayılı Resmî
Gazetede yayımlanan “Diyanet İşleri Başkanlığınca İdare Olunan Cami ve Mescitlerdeki
Teberrukat Eşyası Hakkında Yönetmelik”in değişik 12’nci maddesindeki hükümlere göre
işlem yapılacaktır. (5) Minarelerden fotoğraf çekmek isteyen yerli ve yabancılar,
ancak cami görevlilerinin sorumluluk ve nezaretinde şerefeye çıkarak resim çekebileceklerdir.
(6) Daha önce tarihî ve turistik camilere asılan “Turistlerin Cami İçinde Uyacakları
Esaslar” Türkçe, İngilizce, Almanca ve Fransızca olarak devamlı bir talimat halinde
bulundurulmaya devam edecektir. (7) Yeni inşa edilecek camilerin kıble istikametleri,
camilerin temel atma safhasında müftülüklerce belirlenecektir. Daha önce kıblesi
tespit edilmiş bulunan bazı camilerin, cevaz sınırları içerisinde bulunan kıble
inhirafları sebebiyle halk arasında ihtilafa meydan verilmeyecek, gerektiğinde bu
konuda Başkanlıktan görüş istenecektir. (8) Camilerin bahçelerini ve bahçe duvarlarını
kirleten ve kötü görünüm arz eden hususların giderilmesi, cemaati rahatsız eden
her türlü seyyar satıcının, (özellikle Başkanlık yayınları dışındaki kitapların
satışında direnen seyyar satıcıların) dilencilerin ve ayakkabı boyacılarının cami
önlerinden uzaklaştırılması ve gerekli tedbirin alınması için müftülükler belediyeden
yardım isteyeceklerdir. (9) Gereksiz aydınlatma ve ısıtmadan kaçınılacak ve tasarrufa
azamî ölçüde riayet edilecektir. (10) Yapılan denetlemeler sırasında bazı camilerde
imam-hatipler ile müezzin-kayyımlar arasında nöbet uygulandığı, bazılarında da hafta
tatili yapıldığı görülmüştür. Diyanet İşleri Başkanlığı Görev ve Çalışma Yönergesi’nin
121’inci maddesi gereğince; “Birden fazla imam-hatibi veya müezzin-kayyımı bulunan
camilerde bütün görevlilerin görev başında bulunmaları esastır. Ancak caminin ve
yürütülen hizmetlerin özelliğine göre müftülükçe nöbet sistemi uygulanabilir. Bu
takdirde nöbet cetveli, müftülüğün takdirine göre vakit veya gün esasına göre hazırlanır.
Cuma ve bayram namazları ile mübarek gün ve gecelerde ve ramazan ayında nöbet usulü
uygulanmaz. Bu vakitlerde ve günlerde bütün görevliler, görevde bulunmak zorundadırlar.
(11) Cami görevlilerinin cuma günleri ile dinî bayram günlerinin birinci günü hariç
olmak üzere, haftalık izinlerini kullanmaları konusunda gerekli kolaylık sağlanacaktır.
Bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı Görev ve Çalışma Yönergesi’nin “Vaiz, Murakıp
ve Cami Görevlilerinin Hafta Tatili ve Diğer Resmi Tatil Günlerindeki İzinleri”ni
düzenleyen 141’inci maddesinde belirtilen esaslara uyulacaktır. (12) Görevlilerimiz,
halkımızın güvenini sarsacak davranışlardan kesinlikle sakınacaklar, teçhiz, tekfin,
mevlit, hatim gibi hizmetleri sadece vazife mesuliyeti ve Allah rızası için yerine
getirme anlayışı içinde olacaklardır. Ayrıca bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı
Görev ve Çalışma Yönergesi’nin 120’nci maddesinde tadat edilen “Cami Görevlilerinin
Riayet Edeceği Hususlar” dikkate alınacaktır. (13) Gelişigüzel saf tutulmasını ve
ayak basılan yerlere secde edilmemesini sağlamak için renkli şeritler çekilecek,
böylece ayak basılan yerin, secde mahallinden ayrılması sağlanacaktır. (14) Cami
görevlileri, cami temizliği ile birlikte kılık-kıyafet, cübbe ve sarık temizliğine
azamî derecede dikkat edeceklerdir. Sarıklar şeffaf naylon vb. malzemelerle kaplanmayacaktır.
(15) Camilerde mübarek gün ve geceler vesile kılınarak muhtelif zikir aletleri eşliğinde
zikir yapılmasına izin verilmeyecektir. (16) Vakit namazları kılındıktan sonra,
yolculuk ve herhangi bir sebeple namaz kılmak için yer arayanlar ve cemaate yetişemeyenler
için camilerin dış bölümündeki son cemaat mahalleri namaz kılmaya müsait hale getirilecektir.
Bu konuda kadınlar için de özel bölümler hazırlanacaktır. (17) Yol güzergahlarındaki
dinlenme tesislerinde, terminallerde ve hava limanlarında bulunan mescitlerin tespiti
yapılarak, bunların (sarık, cübbe, takvim, temizlik vs.) ihtiyaçları o yörenin bağlı
bulunduğu müftülükçe karşılanacak ve bu mescitlerin tertip, düzen ve temizliklerinin
sağlanması konusunda müftülüklerce gerekli tedbirler alınacaktır. (18) Bazı camilerin
içerisinde bulunan ayakkabılıklar ayak kokusuna sebebiyet verdiğinden, camilerin
giriş kısmında uygun bir yere konulacaktır. Bu uygulama mümkün olmadığı takdirde,
ayakkabıların naylon bir poşete konularak camiye girilmesi hususunda, cemaat aydınlatılacaktır.
(19) Müftülüklerce, camilerde imkânlar ölçüsünde gerekli güvenlik tedbirleri alınması
sağlanacaktır. Bu cümleden olmak üzere; a) Camilerde ayakkabı hırsızlığı ile tarihî
ve antik değeri hâiz eşyaların korunabilmesi ve hırsızlık olaylarının önlenebilmesi
için, emniyet müdürlükleri ile iş birliği yapılarak, mahallî imkânlar çerçevesinde,
başta tarihî ve büyük camiler olmak üzere, uygun ve ihtiyaç görülen camilerin içine
ve dışına güvenlik kameraları yerleştirilmesi uygun olacaktır. b) Camilerin uygun
mahallerine yangın söndürme tüpleri konulacak ve yıllık bakımları yaptırılacaktır.
c) Camilerin uygun mahallerine ilk yardım çantası konulacak, çantanın içinde bulunması
gereken malzeme ve ilaçlar bitince veya kullanım süreleri dolunca yenileri alınacaktır.
ç) Cami girişlerinde herkesin görebileceği bir yere, göze hoş gelecek ve herkes
tarafından rahatlıkla okunabilecek bir şekilde, “Lütfen cami içinde bulunduğunuz
sürece cep telefonunuzu kapatınız.” yazılı ikaz levhaları asılacaktır. (20) Camiye
gelen vatandaşların dinî konularda aydınlatılmasında önemli bir fonksiyona sahip
olan cami girişlerindeki ilan panolarına, haftanın gündemi ile ilgili âyet-i kerime
ve hadis-i şeriflerin Türkçe anlamları ile diğer metinler Türkçe imlâ kurallarına
uygun olarak düzgün şekilde yazılacaktır. (21) Cuma, teravih, bayram, cenaze ve
şehit cenaze namazları öncesinde, ses cihazları kontrol edilerek iyi çalışması sağlanacaktır.
Seslendirme cihazlarının bakımları periyodik olarak yapılacak, kullanma süresi dolan
cihazlar yenilenecek, kullanma teknikleri görevlilerle diğer ilgililer tarafından
bilinecektir. (22) İbadet sırasında ses nakli için tedbir alınması gereken zamanlarda
veya elektrik kesintisi olduğunda, imamın tekbir sesinin duyulabilmesi için camilerin
belirli yerlerine tekbir alacak münadiler önceden görevlendirilecektir. (23) Cemaat
cami dışına taştığı zaman üzerinde namaz kılınacak halı, kilim, seccade vb. sergilerin
temiz olarak vatandaşlarımızın hizmetine sunulmasına özen gösterilecektir. (24)
Selâtin ve merkezî camilere elektrik kesintilerinde kullanılmak üzere mahallî imkânlarla
jeneratör alınarak, uygun bir yere konulacaktır. (25) Cami içinde ibadet edenlerin
huzur ve huşûunu bozacak levha, zilli saat ve üzerinde ticarî reklam amblemi olan
levha vb. şeyler bulundurulmayacak ve sadeliğe özen gösterilecektir. (26) Müftülükler
camilerin abdest alma yeri, şadırvan ve tuvaletlerinin temiz tutulması için gerekli
tedbirleri alacaklardır. Tuvalet temizliklerinde deterjan kullanılacaktır. (27)
Camilerde kadın ve engellilerin kullanabileceği tuvaletler yaptırılacak ve bunların
abdest almalarına imkân sağlayacak özel bölümler ihdas edilecektir. (28) Tuvaletlerin
namaz vakitlerinde (özellikle yatsı namazlarında) açık tutulması sağlanacaktır.
(29) Müftü, vaiz ve imam-hatipler; abdest alma yeri, şadırvan ve tuvaletlerin temiz
tutulması, abdest alırken oturakların ıslatılmaması, ıslak ayakla ve çorapsız olarak
halılara basılmaması konusunda usûlüne uygun tarzda vatandaşlarımızı bilgilendirecekler,
tuvaletlerde sigara içilmemesi, tuvalet ve lavabolara sigara izmariti ve kağıt atılmaması,
tuvaletlerin kullanılmasında sağlık ve hijyenik şartlara uygun olarak temizliğe
riayet edilmesi, tuvalet kullanımı sonucunda ellerin sabunlu suyla yıkanması hususlarında
vatandaşlarımızı sık sık uyaracaklardır.
CAMİLERİN İBADETE AÇILIŞ VE KAPANIŞ SAATLERİN BELİRLENMESİ MADDE 18- (1) Birden
fazla imam-hatibi veya müezzin-kayyımı bulunan merkezî camiler, (yatsı ile sabah
arası hariç) her zaman açık tutulacak, diğer camiler ezândan en az yirmi dakika
önce, mahallî ihtiyaçların ve özel günlerin gerektirdiği durumlarda daha erken;
cuma, bayram ve teravih namazlarında ise en az bir saat önce açılacak; teberrukat
eşyasının korunması ve güvenliğin sağlanması için, içeride herhangi bir kişinin
kalıp kalmadığı kontrol edilerek yatsı namazı kılındıktan sonra kapatılacaktır.
(2) Resmî görevlisi bulunan camiler, görevliler tarafından açılıp kapatılacak, bu
görev sorumsuz kimselere yaptırılmayacaktır. Özellikle cemaatle namaz kılmak isteyen
kadınlar için de camilerde özel bölümler hazırlanarak açık tutulacaktır. (3) Cuma,
teravih ve bayram namazlarından önce ilgili müftülükçe vaaz planlanmadığı durumlarda,
cami görevlileri tarafından namaz vakti girinceye kadar Kur’ân-ı Kerîm okunacaktır.
Ezân başlayınca okuma bitirilecek ve cemaatin ezânı dinlemesine fırsat tanınacaktır.
EZAN VE SÂLÂ İLE İLGİLİ BİLGİLER MADDE 20- (1) Ezânlar, her yöre için Diyanet Takviminde
gösterilen vakitlere göre ezân vakitleri geldiği zaman, merkezî ezân sistemi kurulu
olan illerde nöbetçi görevli, diğer camilerde ise görevliler tarafından usûl ve
adabına uygun olarak okunacaktır. Merkezî sistemde teknik arıza, elektrik kesilmesi
ve benzeri durumlar olduğu takdirde, ezânlar mahallî olarak her görevli tarafından
okunacaktır. (2) Sabah ezânlarının camilerde gayr-i muayyen vakitlerde okunduğu,
bazı camilerde ise sabah namazı kılındıktan sonra, aynı yerde bir başka camide ezânın
henüz okunduğu, bunun da sabah namazının vakti konusunda vatandaşlarımızın zihinlerinde
istifhamlar oluşmasına neden olduğu görülmektedir. Bu durumu, görevin tam bir disiplin
anlayışı içinde yürütülmesi ilkesi ile bağdaştırmak mümkün değildir. Bu sebeple,
sabah ezânı, Ramazan Ayında Diyanet Takviminde gösterilen “İmsak Vakti”nde, diğer
aylarda ise güneşin doğmasından tam bir saat önce aynı anda okunacaktır. (3) Ramazan
Aylarında akşam vakitlerinde de ezân mutlaka okunacak ve akşam namazı kıldırılacaktır.
(4) Ramazan Aylarında bölgelerin özel şartları dikkate alınarak, iş yerlerinde çalışanların
yatsı ve teravih namazlarına yetişebilmeleri için yatsı namazı vaktinde ayarlama
yapılabilecek ve yatsı ezânı buna göre okutulabilecektir. (5) Cenaze için salâ verilmesi
dinî bir vecibe değildir. Cenaze namazının belirli bir vakti de yoktur. Cenazenin
techiz ve tekfini (yıkanması ve kefenlenmesi gibi işler) tamamlandığında, bekletilmeden
namazının kılınıp hemen defnedilmesi, uygun olandır. Böyle yapıldığı, yani beş vakit
namazdan her hangi birinin vakti beklenmeden cenaze hazır olunca cenaze namazı kılınacağının
halka duyurulması için, bazı yerleşim merkezlerinde salâ verilmeye başlandığı ve
zamanla bu uygulamanın âdet halini aldığı bilinmektedir. Günümüzde cenaze namazları,
genellikle vakit namazlarını müteakiben kılınmakta olduğundan, ayrıca salâ verilmesine
gerek olmamakla beraber, dinen sakıncalı görülmeyen bu âdet bazı yerlerde halen
devam etmektedir. Cenaze için salâ verildikten sonra ölenin kim olduğunun da minareden
duyurulması âdet olan bölgelerde, vefat edenin ve memleketinin söylenilmesiyle yetinilmesinde
bir mahzur görülmemektedir. Ancak, bazı cenazeler için uzun veya kısa övücü sözler
de ilave edilerek yurttaşlar arasında ayırım yapılması uygun değildir. Bu itibarla;
a) Cenaze için salâ verildikten sonra ölen kişinin kimliğinin duyurulmasının âdet
olduğu yerlerde, vefat edenin adı, soyadı ve memleketinin söylenmesi ile yetinilecek,
övgü amacıyla da olsa vatandaşlar arasında ekonomik ve sosyal yönden bir ayrım yapıldığını
çağrıştıracak sözler kullanılmayacaktır. b) Ölüm nedeniyle, yalnızca ilgili mahalle
camisinden salâ verilecek, özellikle yaşlılar, hastalar ve çocukların rahatsız olabilecekleri
dikkate alınarak salâ için müftülüklerce mahallî şartlar dikkate alınarak sabahları
çok erken olmayan makul bir saat belirlenecektir.
CAMİ VE MESCİTLERDE İTİKAF MADDE 26- (1) Zaman zaman yolda kalanların veya evi-barkı
olmayanların cami ve mescitlerde konaklamak için cami görevlilerine ısrar ettikleri,
talepleri yerine getirilmeyince uygunsuz söz ve davranışlarda bulundukları yönünde
şikayetler alınmakta, hatta ısrarlara dayanamayıp camide konaklamalarına izin veren
görevlilerimizin soruşturma geçirdikleri bilinmektedir. Kutsal ibadet mekânı olan
camilerin yönetimi Başkanlığımıza verilmiştir. Bu itibarla; a) Herhangi bir gerekçe
ile camilerde konaklamak isteyenlerin siyasî, terör, asayiş ve cami güvenliği yönlerinden
çok ciddi riskler taşıyacağı göz önünde bulundurularak, camilerde konaklamalarına
kesinlikle izin verilmeyecektir. b) Ramazan aylarında cami cemaatinden itikafa girmek
isteyenlerin bulunması halinde, durum, cami görevlileri tarafından müftülüklere
yazılı olarak bildirilecek, gerekli araştırma ve değerlendirmenin yapılmasından
sonra uygun görülmesi durumunda bu kişilere mülkî âmirin onayı ile izin verilebilecektir.
KADINLARIN CAMİ HİZMETLERİNDEN YARARLANMALARI MADDE 29- (1) Kadınların cami hizmetlerinden
daha çok, sağlıklı ve yeterli seviyede yararlanmalarını temin etmek için; a) Kadınların
cuma, bayram, teravih ve vakit namazlarını kılabilmeleri için yeterli ölçüde yer
ayrılacaktır. b) Camilerin açık olduğu saatlerde bu konuda cami görevlileri gerekli
rehberliği yapacaklardır. c) Mahallî imkânlar kullanılarak, cami dernek ve vakıfları
ile işbirliği yapılarak camilerde kadınlar için tuvalet ve abdest alma yerleri hazırlanacaktır.
Yapım Aşamasında
Yapım Aşamasında