Türkiye dindarlığı hiç şüphesiz kendi
içerisinde hem dindarlığın farklı boyutlarını,
hem de genel dindarlık içerisindeki farklı dindarlık biçimlerini de ihtiva
eder. Dindarlığın kapsamı içine giren ve konumuz bağlamında tartışılması
gereken bir diğer dindarlık da gençlik dindarlığıdır. Ya da gençlik ve
dindarlık arasındaki ilişkidir. Biz bu makalede gençlik ve dindarlık arasındaki
ilişki üzerinde durmaya çalışacağız. Burada gençlerin dindarlık düzeylerine
dair bilgi ve istatistik aktarmaktan ziyade, gençliğin din, dindarlık algıları
ile bu algılardaki dönüşüme eşlik eden sosyolojik faktörlere kısaca temas
edeceğiz.
Genelde Türkiye’de dindarlık ölçen
çalışmalar, kendi içerisinde itikat, ibadet, dinin etkileme boyutlarına dair
istatistikler çıkarırlar. Bu ölçümlerde çoğunlukla klasik ibadetleri yerine getirme
oranlarının ileri yaşlardaki kişilerde gençlere nazaran daha fazla olduğunu
gözlemleriz. Biz burada gençlerin klasik anlamda itikat ve ibadetleri üzerinden
değil, daha çok Türkiye’nin değişen konjonktürüne, bu konjonktürde bazı
faktörler üzerinden mevcut gençliğin dindarlığına dair bazı analizlerde
bulunmak istiyoruz.
Bu bağlamda Türkiye gençliğinin yıllar
itibarıyla kabaca üç evresine işaret etmeliyiz. Birincisi; daha çok 1970’li
yıllarda tebellür eden gençliktir. Bilindiği gibi 1970’li yıllar Türkiye’nin
yoğun siyasal kamplaşma ver tartışmalarının yer aldığı; daha da önemlisi bu
kamplaşmaların gençlik hareketleri üzerinde görünür olduğu bir dönemdir. Henüz
İslamcılığın yeni yeni kristalize olmaya başladığı bu devrede gençlik, sağcılık
ve solculuk gibi ideolojik, siyasal, toplumsal yönelimler içerisinde kendisini
ifade etmektedir. Burada belki bu yönelimler bağlamında altını çizeceğimiz
önemli nokta; gençliğin kendisini feda edebileceği bir “dava” kelimesinin,
yönelimlerinde ciddi belirleyiciğinin bulunmasıdır. Dine ilgi düzeyi farklı
olsa bile, dinî bilgi düzeyinin düşük
olduğu bu gençlikte, dindarlığın retoriksel söyleminin olabildiğince güçlü
olduğunu görmekteyiz. Dinî kitap sayısının da düşük olduğu bu yıllarda belki
dönemi en iyi karakterize edebilecek islami dil Necip Fazıl’ın heyecanlı
dilidir. “Dinsizlik”, “dine hücum”a karşı olabildiğince savunmacı, hızla
siyasal kanallara akabilen bu dindarlık söyleminin bir blok oluşturma ve dışarıya karşı direnç duygularının
olabildiğince güçlü olduğunu görmekteyiz. Bu dönem aynı zamanda Türkiye’nin
şehirleşmeye başladığı, büyük şehirlere kırsaldan öğrenci akışlarının olduğu;
dolayısıyla çevre-merkez karşılaşmalarının farklı görüntülerini
izleyebildiğimiz yıllardır. Özellikle çevreden gelen gençlerin üniversite ve
şehir ortamlarında retoriksel dinsel söyleminin, geldiği sosyoekonomik
çevrelerle birleşince güçlü fakat naif dirençlere dönüşmesi mümkün olmuştur.
Çevrenin mahrumiyetinden dolayı arabesk tarzlar taşıyan bu gençlik durumu,
Batıcıların imtiyazlarına karşı da üretilen retoriksel söylemden güç alıyor ve
aslında daha sonraki zamanlara yönelik pozisyonlar üretiyordu.
İkinci dönem ise, 1980’lerden
başlayarak 1990’ların ortalarına kadar devam eden zaman dilimidir. 1980’lerin
her şeyden önce önemli bir dönüm noktası oluşturduğunu belirtmeliyiz. “Dava”,
“hedef” ve “ülkü” kavramları etrafında özetlenebilecek daha önceki dindarlık
algısı ve yöneliminde, 80’lerden sonra bir esneklik ve erime meydana gelmiştir.
Bu ikinci evre, aynı zamanda din
eğitiminin resmî ve sivil ortamlarda yükseldiği, yaygınlaştığı; dinî yayınların
ve bilgilerin de arttığı bir zaman dilimidir. Bu dönemin genç dindarlığında
retoriksel dinsel söylem kısmen devam etse de, 90’ların sonlarına doğru
heyecanını kaybederek sönükleştiğini söylemek lazımdır. Bu dönem gençliğinin
dinî bilgi boyutu, sahip olduğu maddi imkânların artması, gençlik arasında
farklı sınıfsal dindarlık söylemlerinin de üretilmesini sonuçlamıştır.
Hiç şüphesiz tüm bu dönemlerde gençlik
dindarlıklığının hep aynı düzey ve yönelimlerde olduğunu söylemeye
çalışmıyoruz. Dine ilgi duyan, onunla pozitif ilişkiler kuranlar olduğu
kadar, dini daha negatif ilgilerin
konusu yapan bir gençlik de vardır. Burada önemli olan 1980’li yılların siyasal
ve toplumsal ortamının dine dair her tür ilgilerde, dindarlık düzeyi ve
algılarında bir değişim faktörü olarak kuvvetli etkisini görebilmektir.
Genç dindarlığı için üçüncü evreyi 2000
sonrası dönem olarak belirleyebiliriz. Bu dönem gençliği teknoloji
kullanımındaki yaygınlık ve yoğunluk, yükselen refah düzeyi, sınıfsal yaşam ve
farklı yaşam tarzları arasındaki akışkanlıklar, esneklikler ve geçişlilikler
tarafından belirlendiğini öncelikle söylemeliyiz. Bilhassa tüketimin kimlik
belirleyici bir öge hâline gelmesi ve sanal ağlara hızlı ulaşım ve sistem içi
kalma, yeni trent gençliğin dine ilgilerinde oldukça belirleyici görünmektedir.
Tablet ve çok işlevli telefonların alt sınıfların kendi ekonomik sınırlarını
zorlayan yaygınlığı, facebook, twitter gibi sanal ortamların bir hayat tarzı ve
bilgi düzeyi oluşturduğunu görebiliriz.
Bu yeni dönemde belki en fazla dile
getirilen ve “şikâyet” sadedinde sunulan zaafiyetler popüler dindarlık
söylemlerinin ve buna bağlı yaşam tarzının yükselişi, tüketimin dinsel form ve
söylemlerdeki belirleyiciliği, kitaplara bağlı dinî bilgi düzeyindeki düşüş,
yaşamdaki hız ve buna bağlı olarak dinî hayat ve dindarlıktaki yüzeyselleşme.
Tüm bunlarla bağlantılı olarak ülküsellik ile insanlık ve ümmete dair dert
edinme oranlarında ciddi düşüş. 1970’li yıllarda dinî bilgi materyallerinin
yetersizliğine bağlı olarak gelişen dinî bilgi düzeyindeki düşüklük, bu dönemde
dinî bilgi düzeyindeki artışa rağmen yüzeyselleşmeye kendisini bırakmaktadır
ki, göstergelerin “ibre”yi kaybettirdiği postmodern bir karakteri imliyor olsa
gerektir.
İçinde bulunduğumuz zaman diliminde
din, gündelik hayatın ve gençlik ajandasının başat konularından olmakla
birlikte, gençler arasında daha çok bir söylem bolluğu ve çeşitliliği içinde
ilişkiler ağı çerçevesinde tüketilen bir metaya dönüşmekte, gündelik
ilişkilerde önceki nesil gençlikte olmayan müthiş bir özgüven unsuru, tarihsel,
bilgisel, illeti ile karşımızda tezahür etmektedir. Bir başka deyişle, gençliği
İslam’ın tarihsel derinlikleri içerisinde sağlıklı yollardan Hz. Peygamber’e
(s.a.s.) ulaştıracak kök vurguları, tüketim “ağ”ları içinde ancak birkaç adım
yol alabilmektedir.
Diğer yandan postmodern bir karaktere
uygun olarak bugün genç kimliği, kimlik algısı ve dindarlığın olabildiğince
parçalı bir nitelik sergilediğini SEKAM’ın “Türkiye’de Gençlik” araştırmasının
verilerinden öğreniyoruz. Bu durum hayata ve dine de parçacı bir tarzda
yaklaşan gençliğin, bir yandan seküler niteliğinin, diğer yandan dini kendi
bütünselliği içinde algılayamadığını; belki daha da önemlisi İslam’ın bakış
açısından oldukça mesafeli bir din algısı ürettiğini de göstermektedir.
Gençlik ve dindarlık ilişkisine dair
aslında ajandamızda yer almasını istediğim problemi “dine sağlıklı bir ilgi”
temelinde açıklayabiliriz. Bu bağlamda genç dindarlığının da şu anahtar
kavramlar çerçevesindeki problemlere odaklanması gerektiğini öneriyorum.
Birincisi; seküler bir eğitim tarzının gençliğin dindarlık alıgılayışında ciddi
problemler üretmesidir. Gençliği bütün boyutlarıyla istimlak eden istihlak
kültürü ve bunun İslam’ı algılamada ortaya çıkardığı problem ki, geçmişte
mahrumiyet çeken ebveynlerin bu gençliği madde ve hazza boğmakla mutlu
edemeyeceğini anlaması gerekir. Üçüncüsü ise, gençliğin ülkü ve hedef
bakımından yoksunluğu.
Gelecek sağlıklı bir şekilde
kurulacaksa, bu kesinlikle “derdi” olan gençliğin sayesinde gerçekleşecektir.