Dr.
Faruk Görgülü
İbrahim Arpacı
Öncelikle
röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bitki Kimyası
üzerine uzmanlaşmış bir bilim insanısınız. Bir ifadenizde Kur’an-ı Kerim’in
muhakkak baştan sona kadar okunması gerektiğini söylüyor, sağlıklı yaşamla
ilgili verdiğiniz örneklerde de bazı ayetleri referans gösteriyorsunuz.
Bitkilerin insan sağlığına etkisi konusunda referans gösterdiğiniz Kur’an, size
nasıl bir ilham veriyor?
Yüce Kitap, açıkça “Biz,
hiçbir şeyi süs olsun diye yaratmadık. Belli bir ölçüyle ve hikmetle yarattık.”
diyor. Demek ki, her şey bir sebep üzerine yaratılmış. Sebep, kelimesini burada
“formül” anlamında düşünürsek; nimetler bir formüle göre yaratılmıştır,
sonucunu çıkartırız. Bir araştırmacı olarak bu formülleri kimya, fizik,
biyoloji bilimini esas alarak açıklamaya ve yorumlamaya çalışıyorum. Zaten,
Lokman suresinde Yüce Allah, “Size şifalı bitkiler verdik.” diyor.
Allah’ın yarattığı nimetin,
hikmetini araştırıyorum. Bir bitkinin ne işe yaradığını incelemeden önce,
hastalığın kimyasını anlamak gerekiyor. Hastalığın kimyası ortaya konduktan
sonra, acaba hangi bitkide, bu hastalığın kimyasını düzeltecek (şifa olacak)
karşı etkin maddeler (tedavi edici, destekleyici, koruyucu) bulunmaktadır?
İşte, bu noktada kimya bilimi
devreye girmektedir. Hangi bitki acaba? Bu sorunun cevabını bulmak tecrübeye,
gözleme ve araştırmaya bağlıdır. Ne kadar tecrübeli, ne kadar iyi bir gözlemci
ve ne kadar iyi bir araştırmacı olursanız olunuz; unutmamamız gereken en önemli
nokta, her buluşun ortaya çıkış zamanı vardır, o vakit gelmeden o buluşu
yapamazsınız. Yıllarca uğraşır didinirsiniz, bir arpa boyu yol
alamazsınız. Kısaca, yaratılmış
nimetlerin içeriğindeki hikmetin açığa çıkış zamanı vardır.
Bilindiği gibi Arşimet, suyun
kaldırma kuvvetini buldu. Bulduğu anda da “buldum, buldum!” diyerek hamamdan
fırladı. Şimdi sormak gerekir, daha önceleri hamamlarda suyun üstünde yüzen
tası kimse görmüyor muydu? Tabii ki, görüyordu! Ancak, bu buluş Arşimed’e nasip
oldu. Demek ki, zamanı gelmişti.
İşte yüce Allah: “Biz
katımızdaki ilmi sırası geldikçe indiririz. (enzelna, açığa çıkmasına müsaade
ederiz)” buyurmaktadır.
Elimizin üstünde bir el,
gözümüzün üstünde bir göz, olduğunu unutmamamız gerekir. Zamanı gelince, eğer
nasibinizde yazılmış ise, aklınıza geliverir. Akla getiren ve gösteren; Yüce
Allah’a hamd ü senalar olsun.
"Bilgi
saklanmaz mutlaka paylaşılması gerekir." şeklinde bir ifadeniz var. Bu ve
buna benzer bilimsel öneri ve kürleriniz, uluslararası camiada saygıyla
karşılanıyor ve kabul ediliyor.
Tabii ki bilgi saklanmaz.
Sakladığım bilginin hesabını, nasıl verebilirim!... “Ya kulum, Ben, sana bu
ilmi verdim, sen açıklamadın sakladın.” Ben bu sorumluluğu asla yüklenemem.
Bana yurt dışından teklifler geliyor, “gelin beraber çalışalım, her türlü
imkânı sunacağız” diyorlar. “Bu işten çok para kazanırsınız.” diyorlar.
Bu tür teklifle gelenler,
beni biraz tanımış olsalar, böyle yaklaşamayacaklarını bilirlerdi. Nefsim,
benim hizmetkârımdır. (uşağımdır) Çalışmalarımda hiç maddi tarafını düşünmedim.
Yaratan da O, yarattığının içerisine hikmeti yerleştiren de O. Bana düşen
görev, hikmeti açığa çıkarmak. Hikmeti gördüğüm an, en mutlu insan ben
oluyorum. Kalkıp şükür namazı kılıyorum.
Malumunuz
yaptığınız bu iş koluna “Alternatif Tıp” deniliyor. Sizce tıbbi anlamda bu
tedavi yolundan ne kadar istifade ediyoruz? Ayrıca bugüne kadar bu çalışmalarla
ilgili, izleyicileriniz ve okuyucularınız tarafından size ne tür dönüşler oldu?
Doğal tedavi yöntemlerinin en
az 5.000 yıllık bir geçmişi var. Osmanlı’nın 750 yıllık otacı kültürü var.
Modern tıbbın ise, geçmiş tarihi 100 yıllıktır. Nasıl olurda 5.000 yıllık
deneyimi ve tecrübesi olan bilim dalını yok sayabilirsiniz.
Şüphesiz ki, modern tıbbın
sonuçları bu konuda fazlasıyla ışık tutmaktadır. Ancak, modern tıbbın henüz
çözemediği, kireçlenme, fibrokist, seberoik dermatit, huzursuz bacak sendromu
gibi daha birçok rahatsızlığa yüz yıllardır kullanılan doğal bitkiler ile çözüm
sunmaktayız. Geri dönüşlerin nasıl olduğunu soruyorsunuz, bu sorunuzun cevabını
İnternet sitemiz www.profsaracoglu.com “misafir defterinden” okuyabilirsiniz.
Bitki
çeşitliliği olarak zengin bir ülkeyiz. Sizce Türkiye de ki biyoteknoloji ve
mikrobiyoloji alanında araştırma yapan kimyagerlerimiz bu zengin bitki çeşidini
yeterince kullanabiliyor mu; eskiye nazaran bitki tedavisinde nasıl bir
durumdayız?
Ne acıdır ki, ülkemizde bu
konuda yetişmiş teknik eleman yok. Anadolu topraklarının bitki örtüsü
(biyolojik çeşitliliği) sadece ve sadece Anadolu’ya özgüdür. Anadolu’da yetişen
hangi bitki olursa olsun her yönüyle farklıdır. Bu farklılıkları hem genotip
hem de fenotip anlamındadır. Yani genleri farklı; İşte bu farklılık bu
bitkilerimizi ayrıcalıklı kılmaktadır. Kürlerimizi TV’lerden, kitaplarımızdan,
dergilerden okuyup uygulayan yüz binlerce insan geri dönüş yaparak nasıl şifa
bulduklarını anlatıyorlar dua ediyorlar. Tıp doktorları bu konuya hâlâ daha
kapalılar. Çer-çöp deyip kestirip atıyorlar. Ön yargıyla hareket eden o kadar
çok insan var ki… Bir bilim insanının ön yargıyla hareket etmesini anlamak
mümkün değil. Çok şükür, son birkaç yıldır da tıp doktorları arayıp bilgi
alıyor ve hastalarına uyguluyorlar. İleriye dönük bu konuda başarılı
olabileceğimize inanıyorum.
Her şeyde
olduğu gibi gıdada da hızlı bir tüketim kültürüne sahibiz. Bunun neticelerinden
biri, genleri ile oynanmış meyve ve sebzeler. Bu meyve ve sebzelerin tüketimi
sizce, hormonel anlamda gelecek nesilleri ne tür tehlikelerle karşı karşıya
bırakacaktır?
Hastalıklar ne kadar çok
arttı farkında mısınız? MS, Tip-1 Diyabet, otizim, otoimmün hastalıklar, beyin
hastalıkları, obezite ve kanser. Bunu sadece beslenme kültürünün ve tohumların
değişmesine bağlamamak gerekir. Sebze ve meyvelerde kullanılan zirai ilaçların
bilinçsiz kullanımı da önemli rol oynamaktadır. Özellikle kanser genç yaşta
görülmeye başladı. Hâlbuki kanser ileri yaşlarda görülen bir hastalıktı.
Kısa bir süre
önce TRT Diyanet TV’de “Ruh ve Beden Sağlığı” adlı bir program yapmaya
başladınız. Başkanlık olarak programınızla ilgili çok güzel dönüşler oluyor.
Şunu sormak isteriz: İzleyiciler, “Ruh ve Beden Sağlığı” programının ilerleyen
bölümlerinde neler görecek, neleri öğrenecekler?
Bu programda hedefimiz
öncelikle bitkiler konusunda toplumun bilinçlendirilmesi, eğitilmesi ve
kullanımının yaygınlaştırılmasıdır. Ancak, beden sağlığı kadar ruh sağlığının
da önemi aynı derecede mühimdir. Bu anlamda mana ile beslenmeyi de ön plana
çıkartıyoruz. Bu konuda en önemli ve birincil kaynak Yüce Kitabımız Kur’an-ı
Kerim’dir. Hem madde hem de mana âlemini anlatmakta ve açıklamakta tükenmesi
mümkün olmayan bir hazinedir Yüce Kitap. Özellikle, programa başlarken ilk
15-20 dakika Yüce Kitap’tan ayetleri esas alarak açıklamaya çalışıyorum. Zaten
bu konuda Furkan suresinin 33’üncü ayeti, akıl sahipleri için bir delildir.
Bilim ile Kur’an-ı Kerim tamamen örtüşür. Örtüşmelerin olmadığı durumlarda var
tabi ki, bu da Yüce Kitap’tan değil, bilimperestlerin bilimi (kimya, fizik,
biyoloji, tıp) yanlış yönde kullanmalarından kaynaklanmaktadır. İşte, insanın
yanlış yöne saptığını, hem Yüce Kitap ile hem de bilim ile örtüştürerek ortaya
koymaya çalışıyoruz.
TRT Diyanet
TV’de programınızı izleyen ve kitaplarınızı okuyan okurlarınıza buradan iletmek
istediğiniz bir mesaj var mıdır?
Tüm değerli
seyircilerimize ve okuyucularımıza, Allah’tan, önce akıl ve sonra da beden
sağlıklarının daim olmasını diliyorum. Kur’an-ı Kerim ölüler için değil,
diriler için Yüce Allah’ın biz kullarını muhatap aldığı ve her devirde geçerli
olan yol gösterici yegâne kitaptır. Bu nedenle izleyicilerimize Yüce Kitabımızı
düzenli olarak okumalarını öneririm.