Elif Özmenek ÇARMIKLI:
“Göç Açısından Türkiye Artık Transit
Olduğu Kadar Hedef Ülke Konumundadır.”
Söyleşi: Dr. Lamia LEVENT
Diyanet İşleri Uzmanı
Ekim
2014 itibarıyla açıklanan resmî rakamlara göre Türkiye’deki Suriyelilerin
sayısı 1 milyon 565 bin. Bu tahminlerle bile Kıbrıs Rum Kesimi, Lüksemburg ve
İzlanda gibi Avrupa ülkelerinin nüfuslarından daha fazla.
Hemen
hemen dünyanın bütün kamplarına gitmiş biri olarak, şöyle dedi bir yabancı
misafirimiz; “Türkiye’nin kamp açısından sağladığı imkânlar inanılmaz. Bu tarz
bir kampı hiçbir yerde görmedik. Bu insanların sıcak suları var, televizyonları
vs. her şeyleri var.”
Bu
gün baktığımız zaman mültecilerin 72 ile dağılmış durumdalar, neredeyse
Türkiye’nin tamamına. Bu çok büyük bir göç dalgası. Bütün Türkiye’ye nüfuz
etmiş durumdalar.
Elif
Özmenek Çarmıklı
Uluslararası
Stratejik Araştırmalar Kurumu’nda uzman olarak çalışmaktadır. Çalışma konuları
göç, sınır, güvenlik, Türk dış politikası ve ABD üzerinedir. Çarmıklı, 10 yıl
değişik gazete, televizyon ve radyoların muhabirliğini ve New York
temsilciliğini yaptı. Aynı zamanda
akademik çalışmalarına devam eden Çarmıklı değişik üniversitelerde ders vermeye
devam ediyor.
Ülkemiz İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en
büyük mülteci akınına sahne oluyor. Ortadoğu’da yaşanan savaş ve çatışma
ortamını göz önünde bulundurduğumuzda bu sayının artması muhtemel görünüyor.
Büyük resme baktığımız zaman, ülkemizde şu an mültecilerin durumu nedir?
Türkiye
tarihi boyunca mülteci akınlarına maruz kalmış, gelenlere kucak açmış bir
ülkedir. 1492’de Yahudilerden tutun da 1989’da gördüğümüz Bulgaristan’dan gelen
soydaşlarımıza, Irak’tan gelen peşmergelere kadar büyük mülteci akınlarına ev
sahipliği yaptı. Suriye krizinin boyutu ötekilerle karşılaştırılabilir değil; ama
Türkiye diğer tecrübelerinden önemli kazanımlar edinmiş bir ülke.
Bugün
iki milyona yakın mülteciyle karşı karşıyayız. Dünyadaki hiçbir ülkenin bu
meseleyi Türkiye kadar sahiplendiğini düşünmüyorum. Çok cömertçe davrandı
ülkemiz. Çünkü herhangi bir ülkeye iki milyon insanı koyduğunuzda, ekonomik,
sosyal, siyasi sıkıntılar her yerde olur. Suriye’den gelen mültecilerle üç
buçuk yılı geride bıraktığımızda, ülkemizde küçük ölçekte sıkıntılar
yaşandığını görüyoruz. Türkiye’nin bu noktada hakkını vermek gerekiyor. Açık
kapı politikasının ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Bu insanlar
keyiflerinden kalkıp gelmediler. Bu insanların neden geldiğini kamuoyunun da
anlayıp bilmesi gerekiyor. Ülkelerinden kaçarak geldiler. Türkiye burada çok
önemli bir iş yaptı, onlara kapılarını açtı. Fakat bundan sonrası daha önemli.
Almak bir şey, bakmak daha farklı bir şey… Şimdiye kadar almadığımız
uluslararası yardımı almaya çalışmalıyız diye düşünüyorum.
Türkiye bu zamana kadar hiç yardım almadı
mı?
Çok
ufak ölçekte aldı. Hem maddi olarak hem de tecrübe bakımından yardımı bazı
durumlarda reddetti. Sivil toplum ve düşünce kuruluşlarıyla fikir teatisi
yapılamadı. Çünkü bir anda ve yoğun olarak ülkemize giriş yaptılar. Ama bundan
sonraki süreçte Türkiye’de bir entegrasyon sorunu ortaya çıkacak çünkü büyük
kısmı kısa vadede gidemeyecekler.
Ekim
2014 itibarıyla açıklanan resmî rakamlara göre Türkiye’deki Suriyelilerin
sayısı 1 milyon 565 bin. Bu tahminlerle bile Kıbrıs Rum Kesimi, Lüksemburg ve
İzlanda gibi Avrupa ülkelerinin nüfuslarından daha fazla olan sığınmacıların
sayısı birçok uzmana göre 2 milyona ulaşmak üzere. Türkiye’nin 72 iline
dağıldığı tahmin edilen Suriyeli mültecilerin sadece yüzde 57’si kayıt altına
alındığı için hala yüzde 43’lük bölümü hakkında tam bilgilere sahip değiliz.
USAK olarak bizim de hazırladığımız raporlara göre ülkelerinde suların
durulmasından sonra da birçoğunun Türkiye’de kalmayı istediğini biliyoruz. Bu
bakımdan Suriyeliler konusu içinde barındırdığı muğlaklıklar sosyal olarak hem
şüphe hem tedirginlik hem de gerginlik konusu olmaya devam ediyor.
Bizler her ne kadar geçici misafirler
olarak baksak bile mültecilerin sizin de değindiğiniz gibi yakın bir tarihte
ülkelerine dönebilmeleri mümkün görünmüyor. Uzun vadede mültecilerle ilgili
olarak ortaya çıkması muhtemel sorunlar nelerdir? Ülke olarak mültecilerin bu
sorunlarına ve ihtiyaçlarına cevap verecek durumda mıyız?
Bir
tarafta gün geçtikçe ülkelerine istikrarın geleceği konusunda umudu kırılan
Suriyelilerin kafasındaki belirsizliğin onları yeni bir vatan arayışına
sürüklediği bilinirken öte taraftan geçen üç buçuk yıla rağmen kimilerinin
onları göçmen, kimilerinin sığınmacı kimilerinin geçici koruma altındakiler,
kimilerinin mülteci, kimilerinin de misafir diye çağırması anlam bulanıklığına
neden oluyor.
Bir
taraftan Suriye krizi kapımızdayken, içimizdeyken siyasi ve ekonomik gücüyle,
Türkiye hedef ülke konumuna gelmeye devam ediyor. Hedef ülke nedir, diye
sorduğumuzda; Türkiye’yi transit olarak kullanıp Avrupa’ya giden bir grupla
karşı karşıya değiliz artık. Buraya yerleşip hayatını burada devam ettirmek
isteyen, bu ülkenin dinî, sosyal ve kültürel anlamda rahatlık verdiğini düşünen
insanlar var. Dolasıyla Türkiye’nin hem transit, hem de hedef ülke konumunda
olduğunu söyleyebiliriz.
Geçen
ay Romanya’ya giderken Karadeniz’de batan tekne olayı bize ciddi görünmeyen buz
dağını işaret ediyor. Sadece gecen sene üç bin düzensiz göçmen Akdeniz
sularında Avrupa’ya geçmeye çalışırken öldü. Olaylar gösteriyor ki ortada bir
dram ve insan hikâyesi var. Türkiye göç yönetiminde acilen aktif bir oyuncu
hâline gelmelidir. Bu Türkiye’nin
bölgede gücünü ve güvenliğini arttırması açısından da önemlidir.
Bundan sonrası için neler yapılabilir?
Türkiye
aslında göç konusunda ciddi adımlar attı.
Göç İdaresi kuruldu, kanunlar değişti.
Bunlar henüz çok yeni değişiklikler ancak Suriye krizi ile çok önemli
tecrübeler kazanıldı. Ancak Türkiye
artık göç konusunu sadece bir dış politika konusu olarak görmemeli. Ankara Avrupa Birliği’nin göç politikalarını
insanlık dışı ve güvenlik merkezli olarak görüyor ama Türkiye de kendini farklı
politikalarla korumayı oluşturması gerekiyor. Bu da iki önemli hareketi
getiriyor beraberinde. Birincisi sınır yönetimini güçlendirmesi... İkincisi de
sınırlarını artık diğer ülkelerin sınırlarında korumaya başlaması. Yani Türkiye
ülke sınırlarında girmeden kimlerin geldiğini bilmesi ile birlikte vize
uygulamalarını değiştirmesi ve insan kaçakçılığıyla ciddi bir mücadele vermesi
gerekiyor.
Suriye
krizi özellikle yabancı savaşçılar konusunda da Türkiye’nin göç yönetiminde
neden aktif bir rol oynaması gerekliliğini iyice ortaya çıkardı.
Mültecilerin
ne kadarı kampta ne kadarı Türkiye’ye dağılmış vaziyettedir?
Sayılar
sürekli değişiyor. Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakanın açıklaması var. “Halep
düşerse ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıyayız” diye. Hareketlilik olduğu için
de sayılar değişiyor. Büyük çoğunluğu kamp dışında ve kamp dışındakilerin çoğu
kayıtlı değiller. Birden akın akın geldiler. Orada yaşanılan her şey birden
oldu ve Türkiye için bu büyük bir tecrübe oldu. Şimdi artık kaydın ne kadar
önemli olduğunun farkına varıldı. Kayıtlar şimdi daha iyi tutuluyor. Mesela
Kobani’den gelenler çok iyi kayıt altına alındı.
Ülkenizde
nerde yaşadığını bilmediğiniz, adını sanını ve neye ihtiyacı olduğunu bilmediğiniz
geniş bir grupla karşı karşıyasınız. Biran önce Türkiye’nin bu soruna çözüm
bulması gerekiyor. İnsanlar rejim karşıtı olarak fişlenmekten korkuyorlar. Esat
gitmezse ülkelerine dönmek zorunda olurlarsa ne yaparız diye düşünüyorlar. Bir
kısmının ailesi orada... Bu bilgiler Esat’ın eline veya rejim yanlıların eline
ulaşırsa korkusu var. Bu sebepten kayıt olmak istemiyorlar. Ya da bir kısmında…
Biz kayıt altına alınırsak ve nerde olduğumuz bilinirse gelip kampa alırlar
korkusu var.
Biz
kampları ziyaret ettik. Yanımızda da yabancı misafirlerimiz vardı. Hemen hemen
dünyanın bütün kamplarına gitmiş biri olarak, şöyle dedi bir yabancı
misafirimiz; “Türkiye’nin kamp açısından sağladığı imkânlar inanılmaz. Bu tarz
bir kampı hiçbir yerde görmedik. Bu insanların sıcak suları var, televizyonları
vs. her şeyleri var.” Ama bütün imkânların tanınmasına rağmen kampta kalmak
istemiyorlar. Bir kısmı bu sebeple kamp istemiyor. Bir kısmı ayrımcılık
yapıldığını iddia ediyor. Bir kısmı şehirlerde yaşamak istiyor. Tabii bir de artık kamplar yetmiyor.
Bu süreçten sonra Türkiye ne yapacak?
Öncelikle
gelen mültecilerin kayıt altına alınması gerekiyor. İkinci olarak günlük
hayatlarına dair adımlar atılmalı. Kadınların eğitim oranları çok düşük. Çoğu
ilkokul mezunu… Türkiye böyle bir insan gücüyle karşı karşıya… Kendi dillerinde
bile yazma okuma bilmeyen bir grup var.
Ama bir şekilde annelere en azından günlük seviyede dertlerini
anlatabilecekleri kadar Türkçe öğretmek gerekiyor. Kamplarda eğitim sorun
değil. Çünkü çocukların %86’sı okula gidiyor. Sorun kampın dışında olanlar.
Ailelerin ikna edilip, çocukların okula gitmesi gerekiyor. Annelerin çalışabilmeleri için kreş imkânı
verilmesi gerekiyor.
Çocuğu alıp okula götürdüğünde bir Suriyeli
kayıt yaptırabiliyor mu, çocuk nasıl okula devam edebiliyor mu?
Kayıt
olmakta problem yok ancak çocuk okula gittiğinde dil problemi var.
Arkadaşlarıyla anlaşma sorun olacak. Özel sınıfların oluşturulması gerekiyor.
Kayıt ettirdiğinizde de zaten farklı sebeplerle devamsızlık sorunu yaşanıyor.
Okulun
dışında nasıl problemler var?
Çocuklar
çalışmaya başlayınca zaten sorunlar da başlıyor. Ucuz emek gücü, erken
evlilikler gibi. Türkiye zaten kendisi çocuk gelin problemiyle uğraşıyor.
İkinci evlilikler vs. sıkıntılar çoğalıyor. Evlilikten sonra çocuk doğumları
oluyor. Annenin resmî kaydı olmadığı için çocuğun da kaydı zor. Kısacası kolay
değil bu kadar insanın barınma, sağlık, eğitim vs. gibi problemleriyle
uğraşmak.
Halk
mültecilere nasıl tepki veriyor. Gelen mültecileri nasıl değerlendiriyor?
Dünyanın
neresinde olursanız olsun, bu kadar insan hareketliliğinin olduğu her yerde
sorun olur. Kamuoyu açık kapı politikasına destek verdi. Devlete insanların,
mazlumların koruyucusu olalım dediler. Biz de destek sağlayalım sözünü
verdiler. Türk halkına baktığımızda çok büyük fedakârlıkla, anlayışla gelen
herkese kucak açtı, ev sahipliği yaptı.
Bu eşine nadir rastlanır bir misafirperverlik.
Kamuoyuna
yansıyan münferit olaylar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kesinlikle
kişi ve şahıslara bağlı olaylar. Toplu olaylar söz konusu değil. Ülkemiz
insanları insani krizi gördü. Hemen giderek yardımda bulundular. Ülkemizde
birçok sivil toplum kuruluş iyi işler yapıyorlar. Görünen şu ki insanlar
yardımdan kaçınmıyor. Havaların soğumasıyla insanların ihtiyacını düşünüp, sırtından
elbisesini çıkarıp verenleri biliyorum. Bu yapılan şeyler büyük fedakârlık.
Misafirliğin belli sınırları var. Bir kaç şey insanlarımızı rahatsız etmeye
başladı.
Mesela
gelen mültecilere çalışma izni verilecek mi? Hangi şartlarda verilecek?
Vatandaşlık verilecek mi? Bizim işsizlik
oranımızı etkilemeyecek durumda verilecek şeklinde açıklamalar var. Belki en
yetkili ağızlardan bu konularda halkı ikna edici açıklamalar yapılmalı.
Üçüncüsü de insanlar ne kadar çaresiz kalırlarsa suç oranları da o oranda artar.
Suç oranlarının düşük olduğunu görüyoruz. Ama siz bir insanı ne kadar köşeye
iterseniz o kadar köşede sıkışmış hisseder kendini. Ve kedi bile sıkıştığı
zaman tırmalıyor yani. O yüzden suç oranları hazır az iken hala kamuoyu bu
konuya destek verirken devletin hızlı refleksler göstermesi ve bu entegrasyon
sürecini hızlandırılması gerekiyor. Söylemesi kolay yapması zor... Bizim gibi
düşünce kuruluşlarının görevi tabi ki yapılması gerekeni söylemek ama şu
dipnotla; her zaman söylemesi kolay yapması zor bunun da farkındayız.
Peki,
ne gibi önlemler alınması gerekiyor bundan sonrası için?
Uluslararası
kamuoyunun burada daimi bir ilgisinin olmasını sağlanması gerekiyor. Bunun
altından ne bizim kalkacak gücümüz var ne de böyle bir bilgi birikimiz var.
Yani biz Almanya’ya giden Türkler gibi bir entegrasyon süreci hiçbir zaman
ülkemizde yaşamak zorunda kalmadık. Suriyeli kardeşlerimizin de kalmasını
istemeyiz. Öyle ki, kardeşlik hukukumuzun bir gereği olarak onların eğitimine
ve iş hayatlarına katkı sağlamalıyız. Ayrıca barınma gibi birtakım sorunları
olanlar konusunda daha fazla hassasiyet göstermeliyiz. Mesela haliyle metruk
evlerde kalan insanlar oluyor. O kaldıkları evlerin 100-200 lira olan kiraları
mesela Kilis’te 800-900-1000 liraya çıkmış. Acayip bir kâr anlayışı var. Belki
bu noktada hassasiyetlerimizi artırmalıyız.
Bir
de şehirlerde görüyoruz metroda otogarlarda dileniyorlar bununla ilgili bir
çalışma yok mu acaba?
Bu
kadar bir yoğun bir insan hareketliliğini dünyanın hangi ülkesine koyarsanız
koyun kısa sürede ekonomik, sosyal ve siyasal birçok sorunu beraberinde
getirmemesi imkânsız. Kısa dönemde bunu durdurmanız mümkün değil. Ama
belediyelerin muhakkak bu işe el atması gerekiyor. Yerel yönetimlerin alacağı
rol çok önemli...
İletişim
diğer bir problem. Mesela ben size bir şey söylesem sokakta ve anlamazsanız ne
kadar korkarsınız. Bu insanlar şu anda bu durumdalar. Zaten mültecilik başlı
başına çok acıklıdır. Bir gün diyorlar size toplanın gidiyoruz. Evinizi,
barkınızı, her şeyinizi arkada bırakıp gidiyorsunuz. İşte bir bavulun içine
sığdırıyorsunuz her şeyinizi. Hatta çoğu, bazen bavul bile alacak vakit
bulamıyor. Tüm hayatınız değişiyor, altüst oluyor. Haliniz vaktiniz yerinde
iken bir anda sokaklara düşüp dilenmek zorunda kalabiliyorsunuz.
Başkanlığımız
da zaman zaman düzenlediği yardım kampanyaları ile Suriyeli mültecilere destek
verdiğini biliyoruz bu noktada Diyanet İşleri Başkanlığından beklentileriniz
nelerdir?
Bu
gün baktığımız zaman mültecilerin 72 ile dağılmış durumdalar, neredeyse
Türkiye’nin tamamına. Bu çok büyük bir göç dalgası. Bütün Türkiye’ye nüfuz
etmiş durumdalar. Ve bu insanlarla bizi bağlayan en önemli şey de din bağı.
Dolayısıyla Diyanet’in ve din adamlarının entegrasyon sürecine dahil olmalarını
çok önemli buluyorum. Yardım kampanyaları günlük sorunlara çözüm açısından
önemli ama yeterli değil. Mesela Diyanet’in Arapça bilen görevlileri var ve
yüksek sayıda olduğunu tahmin ediyorum. Ya da işte Kur’an kurslarından bu
konuda destek alınabilir. Mesela Kur’an öğreten hocalar belli saatlerde belki
Türkçe öğretmesi gibi bir imkânlar üzerine düşünülebilir. Camiler onlara daha
çok şey ifade ediyor. Çünkü okula gitmek istemeyebilirler ama cami öyle değil.
Camiler daha kuvvetli bir bağı temsil ediyor. Daha rahat edebilecekleri,
gittikleri zaman kayıt olmadıkları, dışlanma korkusu, farklı görünme korkusu
daha az yaşayacakları bir mekân. Yardımlar elbette yapılsın ancak insanlar
açısından bu da zor bir durum. Mesela ben size sokaktayken -daha önce aslında
böyle bir yaşamınız yokken- gelip bu telefonu hediye etsem, size al ben bunu
kullanmıyorum sen kullan, desem o an onu sevindirse de bu belki bir taraftan da
içini çok acıtıyor olabilir. Dolayısıyla bu insanlara artık bir an önce balık
tutmayı öğretmemiz lazım. Nasıl bu ülkede yaşayabilirler bunun en önemli yolu
da dil. Onlara bu ülkede yaşamak ve var olmak istiyorsan dilini öğrenmelisin,
demeliyiz. Kur’an kurslarını ben bu anlamda önemli görüyorum. Camilerde verilecek vaazlarla da yerel halka
mültecilere yardım konusunda duyarlılık artırılabilir.
Hem
kamplardaki hem de kamp dışındaki Suriyeli sığınmacılar bulundukları Türk
kentlerinin nüfusunu önemli derecede değiştirdiler. Mesela Kilis nüfusunun
%30’u, Antep’in %6,8’i, Şanlıurfa’nın %6,6’sı Hatay’ın %5’i Suriyeli. Bunlar
çok büyük rakamlar. Yani %1’i bile değiştirseniz orada bir toplumsal olarak bir
reaksiyon olabilir. Yabancı düşmanlığı olacak yani bu kaçınılmaz bu insanın
fıtratında var. O yüzden camilerde sürekli bunun tekrar edilmesi, Suriyelilerin
tanrı misafiri oldukları mesajının verilmesi etkili olacaktır. Bu insanlar
buraya geliş sebeplerinin insanlara daha iyi anlatılması için Diyanet inanılmaz
bir güç. Diyanet’in bu işe özellikle el atması gerekiyor. Çünkü diğer
kurumlarından daha çok etkili şeyler başarabilir Diyanet. Bununla ilgili proje
yapılırsa seve seve destek veririz. Diyanetin böyle bir projesi olursa biz de
yer almak isteriz. Çünkü ben bunu çok önemsiyorum ve bakın 3,5 sene geçti daha
da geliyorlar. Durum daha da kötüleşiyor. Bugün Suriye’de savaş bitse Suriye’de
istikrarın sağlanması ve insanların kendilerini güvende hissedip gitmeleri 10
seneyi bulacaktır. Bir kısmı da buraya yerleşip gitmeyeceklerdir. Mesela burada
doğanlar var. 10 yaşında buraya gelen 10 sene sonra 20 yaşında olacak ve buraya
vatan olarak benimseyecektir. Şimdi bunlar muhtemelen dönmek istemeyeceklerdir.
Yani kısa sürede bitecek gibi gözükmüyor. Bizim hem dinî bağlılığımız var hem
de komşuyuz. Dolaysıyla kimsenin bu olaya bizim gibi bakabilmesi mümkün değil.
Bizim dileğimiz bir an önce bu krizin bitmesi, oradaki savaş ortamının sona
ermesi ve barışın tesis edilmesidir. Kalıcı bir barışın tesisine kadar da tabi
ki Türkiye olarak yardımcı olmalıyız.
Bu
insani krizin en kısa zamanda çözüme kavuşması temennisiyle teşekkür ediyorum…