Prof. Dr. Mehmet Görmez
Diyanet İşleri Başkanı
İyiye
yöneltme, güzeli anlatma ve doğruyu yayma imkânı olarak medya, insanlık için
büyük bir fırsat ve güçlü bir araçtır. Bugün yazılı, işitsel ve görsel medyanın
hepimiz için önemi aşikârdır. İnsanın, etrafında olup bitenler hakkında bilgi
sahibi olma ihtiyacı fıtridir ve medya, elimizin, gözümüzün, kulağımızın
erişemediği noktalardan bilgi aktarmakla bu ihtiyacı karşılamaya taliptir. Bize
ulaşan haberin, aktarılan bilginin, söylenen sözün doğru ve güvenilir olmasını
isteriz. Aynı şekilde bilginin doğru kaynaktan ve doğru araçlarla bize
ulaştırılmasını bekleriz.
Sahih
bilgiye erişmek, bir arzu ve ihtiyaçtan öte, dinimizin de emridir. “Ey iman
edenler! Güvenilir olmayan birisi size bir haber getirdiği zaman onu
araştırınız, araştırmadan almayınız. Aksi takdirde, cahilce ve bilgisizce nice
toplumlara kötülükler yaparsınız ve sonunda pişman olursunuz.” (Hucurat, 49/6.)
ayeti bilgiyi süzerek kabullenme gereğine işaret eder. “Hakkında bilgin olmayan
konuların peşine düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp bunların hepsi sorumludur.”
(İsra, 17/36.) ayet-i kerimesi de bir haberin doğruluğunun her fırsatta
sorgulanmasını, temel bir ilke olarak takdim eder.
Medyada asıl
olan, doğru haber ve doğru bilgilendirmedir. Bilgilendirme faaliyeti, insanlar
arasındaki ilişkilerin üzerine yaslandığı ahlaki ve nesnel ölçütlerden bağımsız
olarak işletilemez. Hele hele medyanın, insanlığımızı bozmak, bizi
fıtratımızdan uzaklaştırmak ve toplumsal birlik, beraberlik ve kardeşlik
çabamızı zedelemek gibi bir görevi asla olamaz. Medyanın bize sunduğu bilginin,
“manşet” adıyla yanıltıcı bir retorik içinde şekillenmiş yahut “sürmanşet” adı
altında manipülatif bir çabayla üretilmiş olması kabul edilemez. Aksine bilgi
her durumda değerlendirmeye ve müzakereye açık olmalı, eleştiri ve itiraz kabul
etmelidir.
Modern
zamanların en önemli sorunlarından biri hiç şüphesiz medya-din ilişkisidir.
Dünya ölçeğinde konuya baktığımızda medya-din ilişkisinin içler acısı olduğunu
söyleyebiliriz. Ülkemiz bağlamında ele aldığımızda ise bu ilişkinin rahatsızlık
verici, üzücü ve incitici boyutlarda ilerlediğini görmekteyiz. Ülkemizde 31
Mart vakasından bu yana medyada dinin varlığı hep irtica ile eşdeğer bir
şekilde işlenmiştir. Dünün Türkiye’sinde irtica söylemi ne ise bugünün
dünyasında da İslamofobi odur. Maalesef medyada genellikle din, bir ramazan
sayfasına, cuma saatine, mübarek gün ve gecelere ve de takvim yaprağına
indirgenmiştir. Böyle bir anlayışın hâkim olduğu dünyada ise medya-din ilişkisinin
sağlıklı bir zemine oturmasını beklemek beyhudedir. Oysa inanmış bir insanın
medyadan beklentisi, dini ciddiye alması, din hakkında yanıltmaması,
şaşırtmaması, provoke etmemesi, mahremiyete girmemesi, algı oluşturmadan
olguları olduğu gibi vermesidir.
Tüketim, hız
ve haz çağındayız. Bu çağda en önemli motivasyon kaynağı rekabettir. Kazanmaya ve pazara egemen olmaya odaklanan
zihinler, gayrimeşru yollardan da olsa sonuca ulaşmayı başarı addetmektedir. Bu
çağ insani zaafların tetiklendiği ve bu zaaflar üzerine bir sektör
oluşturularak insafsız bir pazarın inşa edilmeye çalışıldığı zaman dilimidir.
Bu çağda insanlar medyayı da sadece pazarın bir parçası olarak görmekte ve
bütün enstrümanlar bu pazarda söz sahibi olmak adına birer araç olarak
kullanılmaktadır. Ne yazık ki günümüzde din de bu araçlardan biri hâline
getirilebilmektedir. Din ve dinî değerler, reyting ve rekabet uğruna heba
edilmekte; kimi zaman hakikati çarpıtarak kimi zaman da dinî duyguları istismar
ederek kazanç elde etme yoluna gidilmektedir. Bugün, İslam’ın medyadaki
temsili, İslam’dan ve Müslümanlardan bağımsız bir şekilde
gerçekleştirilmektedir. Medya marifetiyle üretilen temsillerin bir cehaletten
mi, bir art niyetten mi yoksa özensiz bir ilgiden mi kaynaklandığı konusunda
bir karara varmak güçtür. Ancak sonuçta yara alan, mağdur duruma düşen her
zaman din ve dinî değerler olmaktadır.
Medyanın her
zaman manipülatif yapı ve doğasına karşı eleştirel karşı duruşuyla yeni, güzel
ve doğru adımlar atma çabası içinde olanların bile sahada görünmeye
başladıkları andan itibaren yaşadıkları durum oldukça trajiktir. Medyatik
şiddet, fitne ve şerrin modern söylemlerine alet olmamayı mümkün tek hedef
olarak önlerine koyan bu iyi niyetli müteşebbis heveslerin bile sonuçta
eleştire geldikleri medya gramerine tabi olmaları sorun üzerinde daha
derinlikli çalışmalar yapılmasını elzem kılmıştır.
Geçen
yüzyılda vakti saati gelince dinin çekip gideceği beklentisinde olanlar, bütün
programlarını onun yokluğu üzerine inşa edenler, hayal kırıklığı yaşadı. Dinin
önemi medyada yeterli ölçüde fark edilemedi, hatta din özenle medyadan uzak
tutulmaya çalışıldı. Ancak yeni bir yüzyılın başında dinin olmazsa olmaz
varlığı, toplum için gerekliliği ve etkin rolü geç de olsa anlaşıldı. Değişen
şartlar toplumu bilgilendirme çabası içinde olan medya kurumları için yeni bir
düzenlemeyi zorunlu kıldı. Batı’da pek çok medya organizasyonu çalışmalarında
din uzmanları, din mütehassısları istihdam etmeyi gerekli görmeye başladı.
Ülkemiz söz konusu olduğunda ise, din-medya bağının sağlıklı bir forma girmesi
hususunda kayda değer bir gelişmeden söz etmek için bir süre daha
bekleyeceğimiz anlaşılmaktadır.
Modernleşme
sürecinde medyamızın nerede saf tutmayı tercih ettiği, özellikle üzerinde
durulması gereken bir husustur. Bu coğrafyanın dinamiklerini öğrenme, kavrama,
dikkate alma, hesaba katma konusundaki ilgisizlikle nereye kadar
gidilebilecektir? Bu coğrafyanın gerçekliğini kuşatan “din” hakkında asgari
düzeyde de olsa bilgilenmeye olan ihtiyaç had safhadadır. Medyamız ekonomi, siyaset,
emlak ve spor gibi alanlarda uzmanlar bulundurmasına rağmen hâlâ bir din
mütehassısı bulundurma ihtiyacı hissetmemektedir. Dinî kavramları bilerek
bilmeyerek karıştıranları, hatimle hutbeyi, hutbeyle vaazı, bayramla cumayı,
ayetle hadisi birbirine katanları sadece eğlencelik birer figür olarak elbette
ele alamayız. Mesele din hakkında, dindarların hoşuna gidecek, onların
duygularını okşayacak adımlar atmak da değildir. Asıl mesele, medyamızın dini
ciddiye almasıdır. Milletimizin sosyolojisini, antropolojisini, psikolojisini,
teolojisini kuşatmış bir hakikat karşısında hemen her birimizin arzu ettiği şey
ciddiye alınmak, anlaşılmak için emeğe değer görülmektir. Bugün inanan
insanların medyadan en tabi beklentisi, kutsal değerlerin tartışma ve polemik konusu
yapılmadığı, dinin alay konusu edilmediği ekranlar ve sayfalardır.
Basın
özgürlüğü hepimizin huzur ve felahı için gerekli hatta zorunludur. Ancak
üzerinde ısrarla durulan bir özgürlük vurgusundan sadece dinin ve dindarların
mağdur olması anlaşılır gibi değildir. Özgürlük herkes için kıymetli bir
taleptir ve saygıdeğerdir. Dolayısıyla bugün bir Müslüman’ın kendi canından
daha aziz gördüğü dinini, imanını ve ibadetlerini medya vasıtasıyla
itibarsızlaştırmak, kabul edilebilecek bir durum değildir. Söz gelimi bugün
sinemada işlenen “din adamı” tiplemesinin hiçbir sahici karşılığı yokken bunda
ısrarlı olmanın sadece medyanın güvenilirliğine ve itibarına halel getirmekten
başka bir işe yaramayacağı da bilinmelidir.
Üzerinde
durulması gereken bir başka husus da sosyal medyadır. Günümüzde internet
bağlantısıyla dev bir bilgi sepetine ulaşmak, doğru-yanlış fark etmeksizin her
türlü düşünceye ve yoruma erişmek mümkündür. Sanal âlemin sunduğu cesaretle
insanlar kendilerine dair yerli yersiz her türlü detayı paylaşmakta, bunu
yaparken de hiçbir değer ve ölçü tanımamaktadır. Bu durum toplumda çok ciddi
ahlaki yaralar açmaktadır. Her an bizi gören ve gözetleyen, yarın hesaba
çekecek olan Yüce bir Yaratıcı’nın varlığına dair yeniden bilinçlenmeye, iç
kontrol mekanizmalarımızı harekete geçirmeye, vicdan ve ahlak ölçülerini
hatırla(t)maya acilen ihtiyacımız vardır. Medya dört koldan, fütursuzca o kadar
çok hayatımızın içine girmiş durumdadır ki, artık çocuklarımızı ve yeni
nesilleri medya ile buluşturma değil, ondan korumak için önlem alma mecburiyeti
vardır.
Son olarak
bugün, medya-din ilişkisi bağlamında sormamız ve üzerinde kafa yormamız gereken
soru(n)lar şunlardır: İletişim çağı olarak da adlandırılan zamanımızda
insanların din ile bağ kurmak için buldukları yeni iletişim yolları nelerdir?
İnsanlar bu yeni imkânlarla din ile hayat arasında doğru bir bağ kurabilirler
mi? Yanlış din anlayışlarının yoğunlaşmasında, dinin tabiatına muhalif nesebi
gayrisahih yorumların artmasında bu iletişim kanallarının rolü nedir? Biz bunlara
alternatif daha doğru iletişim imkânları bulamaz mıyız? Peki, biz internet de
dâhil mevcut araçları, ortamları, zeminleri kullanarak ve bunlara belki
yenilerini katarak sahih mesajı en ücra köşelere kadar nasıl ulaştırabiliriz?