Prof. Dr. Ali ERBAŞ /
Diyanet İşleri Başkanı
Yüce Allah, bir damla sudan var edip üstün
özelliklerle donattığı insanoğlunun, dünya
üzerinde yaratılış gayesine uygun bir hayat
sürmesi ve sonunda ebedî mükâfata nail olması
için birtakım kurallar koymuştur. İnsanlığın dirilişine
vesile olan vahyin doğrudan muhatabının insan
olması hasebiyle de sözü edilen maksat için peygamberler
göndermiştir. “Mekârim-i ahlak” merkezli bu nebevi
silsile ise beşerin küllî olarak cahiliye anlayışına teslim
olduğu bir dönemde, rahmetin peygamberi Hz. Muhammed
(s.a.s.) ile taçlanmıştır.
Sonu müspete ulaşan her türlü iş ve oluşun, başlangıç
ile anlam kazanacağı muhakkaktır. Dolayısıyla, rahmet
elçisinin kıyamete değin dillerde ve gönüllerde yer etmesini
temin eden ilk ve asıl unsur, onun varlık âleminde
tebarüz etmesidir. Şayet, Sevgili Peygamberimiz
âlemleri şereflendirmemiş olsaydı, bugün istiklal şairimiz
Mehmet Akif Ersoy’un “Bir Gece” isimli şiirinde;
“Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!”
şeklinde tasvir ettiği tablodan daha vahim ve trajik bir
manzarayla karşılaşılacağı tüm yönleriyle aşikârdır. Bu
itibarla gelişiyle, insanlığın varlık ve âlem hakkındaki
yerleşik bakış açısını tümden değiştirip, yerine rahmani
anlayışı yerleştiren Hz. Peygamberin yaşadığımız dünyayı
teşrifi; insan, bilgi ve gaye tasavvurunda gerçekleş-
tirdiği büyük fütuhatla, âlemdeki bütün kilitli kapıları
açan manevi bir anahtar mesabesindedir.
Hz. Peygamber’in veladetinin algı ve olgular üzerinde
nirengi noktası oluşturması, her şeyden önce onun be-
şer üstü bir varlık olmadığıyla yakından ilintilidir. Bu
sayede insana insanla kılavuzluk eden Kur’an-ı Kerim,
onun zihin ve gönül dünyasında ancak bu makul yolla
tüm zamanları aşan bir etki meydana getirebilmiştir.
Binaenaleyh, Rasulüllah’ın tesis ettiği değerlerin tatbik
edilebilir olması, ümmet sathında mütevatir bir nebevi
kültür oluşturmuştur. Bütün zaman ve mekânlarda
hakkı teslim edilen doğruluk, merhamet, adalet gibi
ahlaki/insani erdemler de yalnızca Allah’a has kılınan
kulluğun gereği olan müspet pratik neticelerdir. Bu
noktada biz inananlara düşen sorumluluk ise Hz. Peygamber’in
yaşamı boyunca derç ettiği söz konusu müktesebatı
en doğru şekilde anlayıp özümseyerek, görev
bilinciyle sonraki kuşaklara eksiksiz aktarmaktır.
İnsan hayatını anlamlı kılan Kur’an’a bakıldığında, kâinatın
zübdesi olan Allah Rasülünün kuşatıcı birçok
vasfının yanında, müminlerle olan ilişkisinde bütün
boyutlarıyla onları kucaklayan bir yaklaşım içerisinde
olduğunu müşahede etmekteyiz. Nitekim bu tutum;“Andolsun,
size kendi içinizden öyle bir peygamber
gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir.
O size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefatli ve
merhametlidir.” (Tevbe, 9/128.) ayetiyle vücut bulmuş-
tur. Diğer taraftan, can taşıyan her varlığa merhamet
edip zarar vermemeyi çağlar ötesi bir üslupla deklare
eden Hz. Peygambere ümmet olan İslam toplumlarının
kendi aralarında yaşadığı şiddete varan kavgalar bizi derinden
üzmektedir. Gerek din adına, gerekse bu hassas
alana bir tecavüz olarak zuhur eden ve insan olmanın
onuru ile bağdaşmayan bu vahametli tablo sonucunda
insanlık, Hz. Peygamber’in veladetiyle yeryüzünü ku-
şatan rahmet ikliminin meydana getirdiği sekinete her
zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktadır.
İnsanın dünya ve ukba saadetini konu edinen Kur’an’ın
kardeş ilan ettiği müminlerin (Hucurat, 49/10.), bu ilahî
payeyi ihmal ederek kardeşlik hukukunu ihlal etmeleri,
mukaddes dinimiz İslam’ın imajına ve Müslümanlara,
hesabı mümkün olmayan zararlar vermiştir. Ne yazık
ki, önü alınamayan menfaat ve ihtiraslar sonucunda
ferdiyetçilik düşüncesinin bir yansıması olarak ortaya
çıkan bu parçalanmışlık halinin ancak Hz. Peygamber’in
çoraklaşmış ruhlara verdiği can suyuyla hayat bulacağı
şüphe götürmez bir gerçekliktir. Öte yandan, aşırı
dünyevileşmenin kendisini iyiden iyiye hissettirmesiyle
huzur ve güvenin azaldığı mekanik bir dünya, ideal
manada yaşanılır olmaktan günbegün uzaklaşmaktadır.
Bu sıkıntılı durumdan kurtulmak, müminler için şifa ve
rahmet membaı olan Kur’an’ın (İsra, 17/82.) ifadesiyle,
en güzel örnekliğin kendisinde olduğu Hz. Peygamberin
(Ahzab, 33/21.) yoluna tabi olmakla mümkün olur.
Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, Allah Rasülünün
âlemlere rahmet olarak gönderilişi (Enbiya, 21/107.) daha
da anlam kazanmaktadır.
Buradan hareketle ifade edelim ki, müminin dinî ya-
şantısının bazı dönüm noktaları bulunmaktadır. Rasul-i
Ekrem’in veladet yıl dönümü de bu bağlamda, kişiye nereden
gelip nereye gittiğine dair rehberlikte bulunan oldukça
önemli ve değerli bir zaman dilimidir. Bu meyanda,
zikredilen hususta merkeze alınması gereken tutum
ve tavır, rahmet peygamberini birtakım ritüellerle yâd
etmekle yetinmeyip, somut adımlarla ona yaklaşmak
olmalıdır. Bahse konu boyut yaşanılır hâle geldiğinde
ise asıl olana ulaşma yolunda önemli bir mesafenin katedileceğini
söyleyebiliriz.
Sonuç itibarıyla, yukarıda boyut ve yansımalarına temas
etmeye çalıştığımız Mevlid-i Nebi’nin, farkındalıklarımızı
arttırıp yeni inkişaflara kapı aralaması; bizleri
kulluk ve iyilik üzere sabitkadem kılması temennisiyle,
âlem-i İslam’a ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini
Yüce Mevla’dan niyaz ediyorum.