Dergiden Seçmeler

KUDÜS
Prof. Dr. Ali ERBAŞ/Diyanet İşleri Başkanı

​Yeryüzünün kadim şehirlerinden olması hasebiyle köklü bir mirasa sahip olan Kudüs, insanlığın tarihî serüvenine tanıklık eden evrensel bir değerdir. Hz. Âdem’den (a.s.) itibaren vahyin ortak adı olan İslam’ı tebliğ vazifesiyle görevlendirilen nice peygamberin hatırasını barındıran Kudüs, İslam’ın çağlar üstü hakikatlerini ve insanlığın ortak değerlerini temsil eden kutlu bir beldedir. Aynı zamanda Kudüs, Müslümanlar nezdinde her türlü meşakkatin göze alınarak yolculuk yapılmaya değer gö- rüldüğü üç mabetten biri olan (Buhari, Enbiya, 8; Müslim, Mesâcid, 2.) ve çevresinin mübarek kılındığını bizzat Kur’an’ın beyan ettiği (İsra, 17/1.) Mescid-i Aksa’yı bağ- rında taşıyan şehirdir. Bu meyanda, İsra ve Miraç mucizesinin yaşandığı bu şehir, yeryüzünden âlemlerin Rabbine açılan yolun ve göklerden dünyaya inen engin rahmetin şahididir. Mescid-i Haram’dan sonra yeryü- zünde inşa edilen ikinci mescit ve Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e (s.a.s.) kadar bütün peygamberlerin aynı anda bulunduğu yeryüzündeki tek kutsal mekân olan Mescid-i Aksa, kökleri tarihin derinliklerine dayanan evrensel değerlerin sembolüdür. Mukaddes oluşu Kur’an ile tescil ve tebcil edilen (Maide, 5/21.), Allah’ın “iyi ve güzel bir yer” (Yunus, 10/ 93.) olarak tanıttığı Kudüs, Müslümanlar için hakkı teslim edilen kutsal bir mirastır. Sözü edilen miras, nesilden nesile aktarılmış ve Müslümanlar da bu emanete titizlikle sahip çıkarak bu mübarek beldenin zihin ve gönüllerdeki yerini tahkim etmişlerdir. Ayrıca Peygamber Efendimiz, hicretten önce Kâbe'yi de önüne almak suretiyle Kudüs'e yönelerek namaz kılmış, Medine döneminde de kıble Kâbe’ye çevrilinceye kadar on altı veya on yedi ay bu uygulama devam etmiştir. (Tirmizi, Tefsir, 3.) Bu itibarla Kudüs, imana muvafık bir duruşun, sabitkadem bir istikametin ve muhabbete bağlı bir yönelişin sembolü olarak Müslümanların hayatında vazgeçilmesi asla mümkün olmayan bir yere sahip olmuştur. Hz. İbrahim’den Hz. Süleyman’a kadar birçok peygamberin tevhit ve hukuk mücadelesini yaptığı; Yahudi, Hristiyan ve Müslümanlar tarafından kutsal addedilen Kudüs’te, Müslümanların hâkimiyetinde asırlar boyunca üç dinin mabetleri bir arada bulunmuş ve her dinin müntesipleri, özgürce ve hoşgörü içinde birlikte yaşamışlardır. Nitekim bugün azgın bir azınlığın elinde, insanlığı mahcup eden görüntülere sahne olan selam şehri Kudüs, 636 yılında Hz. Ömer (r.a.) tarafından Bizanslıların elinden alınıp İslam devletinin topraklarına dâhil edildiğinde, şehirdeki herkese mutlak din hürriyeti ve güven içinde yaşayacaklarına dair yazılı eman verilmiştir. Müslümanlar tarafından idare edilirken emniyetin, sulh ve merhametin en güzel örneklerini, farklı din, dil, ırk ve mezheplerin bir arada uyum içerisinde yaşamasının en nadide tablolarını insanlığa takdim eden Kudüs, ne yazık ki I. Dünya Savaşı'nın ardından İslam coğrafyasının işgal edilmesiyle bu ideal vasfını kaybetmeye başlamış- tır. Hâl böyleyken sömürgeleştirilen Filistin topraklarında, kadim değerlerle bağları kopartılmak istenircesine tarihî mekânlar tarumar edilmiş, yerli halkın tüm imkânlarına el konulmuş, çeşitli baskı ve uygulamalarla Araplar, şehri terk etmeye zorlanmıştır. Bu bilinçli istila politikalarıyla dünyanın değişik ülkelerinden -zaman zaman zorlama ve şantajlarla- Yahudiler, Filistin topraklarına taşınmaya başlamıştır. Böylece küçük alanlarda başlayan toprak istilası, her geçen gün Yahudi nüfusun arttığı planlı bir işgale dönüşmüştür. Böylece Filistin topraklarının işgaliyle başlayan süreçte Müslümanlar; baskı, zulüm, işkence ve hatta katliama maruz kalmış, her türlü hak ve özgürlükten mahrum bırakılmış, tüm imkânları talan edilerek gasp edilmiştir. Neticede İslam coğrafyasının merkezinde bir avuç azınlık olarak inşa edilen ve uluslararası hukuku, ahlakı, diğer inançların kutsallarını hiçe sayan İsrail, dünyanın egemen güçlerinin desteğini arkasına almış ve vicdanları yaralayan bu uygulamalar karşısında ciddi bir uluslararası yaptırım ile karşılaşmamıştır. Son bir asır boyunca yaşanan hadiseler, mutlak çözü- mün Müslümanların bütün önyargılardan uzaklaşarak bir araya gelmeleriyle gerçekleşeceğini tüm boyutlarıyla ortaya koymaktadır. Zira İslam coğrafyasını hüzün ve gözyaşı diyarı hâline getirenler, ümmetin sorunlarını, zayıflığını ve parçalanmışlığını fırsata çevirerek bunca zulüm ve işkenceyi yapabilmektedir. Bu bağlamda öncelikle yapılması gereken, samimi yaklaşımlarla; bilgi, feraset ve vahdete dayalı çalışmalarla, öteleyici ve suçlayıcı bir tavır ve söylem içine girmeden, ümmetin ortak meselelerini konuşup çözüm üretmek için mutlaka bir araya gelmektir. Aynı zamanda insanlığın ortak değerlerini temsil eden Kudüs için tüm insanlığı harekete geçirecek bir eylem ve söylem planı hazırlanmalıdır. Çünkü Kudüs’ü savunmak bir insanlık borcudur. Kudüs Müslümanların ve insanlığın önünde bir vicdan, hukuk ve ahlak sınavıdır. Kudüs’ün esaretini meşrulaştıracak her söylem, vicdana, tarih ve kültüre, varoluşa karşı işlenmiş bir insanlık suçudur. Bu noktadan hareketle ifade edelim ki, Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapmaya yönelik çalışmalar, fitne, kavga ve kaosu büyütmekten öteye geçmeyen beyhude bir çabadır. Zira Kudüs, ilelebet Filistin’in başkentidir ve öyle kalacaktır. Bu vesileyle, her türlü işgal ve zulme rağmen yıllardır Mescid-i Aksa’nın muhafızlığını yapan Filistinli mazlum Müslümanların yanında olduğumuzu ve onlara her türlü desteği sunmaya devam edeceğimizi ifade ediyorum. Mescid-i Aksa, Kudüs ve çevresinde yaşayan Müslümanlar başta olmak üzere bütün dünyada zulüm ve işkence gören kardeşlerimizin bir an önce huzur ve felaha ermelerini diliyor; Yüce Rabbimden, inayetini bizlerden esirgememesini niyaz ediyorum.​

​​​​​​