Sanat, ilk bakışta sanki herkesin
kolayca anlayabileceği bir ifadeymiş gibi görünse de aslında çok geniş ve
müphem bir kavramdır, bakış açılarına göre, kendisine çok farklı anlamlar yüklenmiştir.
Sanat, tabiattaki şeylerin estetik değer endişesi güdülerek insanın kullanımına
hasredilmesi çabasıdır. Çoğu zaman ilhamla desteklenen teknik bir süreç
gerektirir. Güzelliğin dışavurumudur bir bakıma sanat. Onu anlamanın ve
algılamanın yolu göz kulak ve gönül terbiyesinden geçer. Sanat, ayrıntıları
fark etme, derin duyguları anlama ve anlatma, hissederek yaşama ve paylaşma
işidir. Cihanşümul bir duygu dilidir sanat.
İslam inancına göre en büyük
sanatkâr yüce Yaratıcı’dır. O’nun sanatının inceliklerini kavramak ve
başkalarına bunu aktarmak da Yaratıcı’nın üstün kabiliyet verdiği sanatkâr
insanlara düşer. Allah’ın cemal sıfatı, O’nun yarattığı her zerrede tecelli
ettiğine göre bu tecelliyatı açığa çıkararak insanların anlayabileceği bir dille
müşahhaslaştırmak sanatın ve sanatkârlığın alanına girer. Sanat evrenseldir,
yalnızca bir dine, bir millete ve bir kültür çevresine mâl edilemez. O hâlde bir
sanat eserini İslami veya İslam dışı kılan hususlar nelerdir. Hangi şartlar onu
İslami sanat çerçevesinde değerlendirmemizi sağlar veya onu İslami olmaktan
uzak kılar. Yıllardır tartışılan ve ortak bir noktada uzlaşılamayan asıl mesele
budur ve bu husus asgari müşterekler bulunarak aydınlatılmalıdır. Bu meselenin
sınırlarını belirlemek o kadar kolay değildir. Ayırt edilemeyecek grilikleri
çoktur ancak kırmızı çizgilerin yerinin doğru tespit edilmesinin gereği çok açıktır.
Günümüzde büyük ölçüde, hem
kendini Müslüman olarak tanımlayan bazı kesimler ve hem de İslam’ı âdeta terör
kelimesiyle kaynaştırmaya çalışan kesimler, sanatla İslam kelimelerinin yan
yana zikredilmesinden pek hoşnut görünmemektedirler. Bu anlayış, ilkinin İslam’ın
sanata bakış açısını doğru kavrayamayışından; diğerinin ise bu konuda bilgisizliği
veya art niyetli oluşundan ileri gelmektedir.
İslam sanatı, bir dizi tesadüfler
sonucu yan yana gelmiş veya birbirine karışmış tarihî eklentilerden ibaret
değil, İslami vahyin süzgecinden geçmiş ve tevhit potasında eritilmiş değerler
topluluğudur.
Kur’an-ı Kerim’de resim ve heykel
gibi tasvir sanatları dâhil, sanat dallarının icrasını yasaklayan herhangi bir
ifade bulunmamaktadır; aksine Hz. Süleyman’ın sarayı için yaptırdıkları
arasında heykeller de vardır ve şükretmeyi gerektirecek nimetler arasında gösterilmiştir.
(Sebe, 34/13.) Tabii ki tapınılmak maksadıyla yapılan putlar istisnadır.
Sanat duygusu insanda fıtridir,
Allah Teala tarafından insana bir lütuf olarak doğuştan verilmiştir. Kur’an-ı
Kerim’de geçen birçok ayet-i kerimede, Allah Teala’nın insanı en güzel biçimde
ve kâinatı da yüce bir hikmetle yarattığı belirtilmiş, tabiatın yaratılışında
ölçü ahenk ve dengenin mevcudiyetine işaret edilmiştir. Bugün “altın oran/altın
kesit” diye bilinen ölçüler, tabiatta var olan yaratılmışlardan ve mukaddes
kitapta en güzel biçimde yaratıldığı bildirilen insanın beden ölçülerinden
çıkmıştır.
İslam sanatı tevhit temelinde yükselen
bazı prensiplerden müteşekkildir. Bu prensipler yalnızca ayetlerle sınırlı
kalmayıp hadislerden de ilham alınarak zaman içerisinde ortaya çıkmış ve İslam
coğrafyasının farklı bölgelerinde ve farklı zaman dilimlerinde birbirinden
farklı şekillerde tezahür etmiştir. Bu tezahürleri şöylece özetleyebiliriz:
İslam inancına göre Tanrı tektir
gözle görülemez. Bunun için de zaten resmedilemez; kalan mevcudatın resim ve
heykellerini yapmaktan uzak duruşun asıl sebebi ise hadis-i şeriflerdeki şirke
karşı tutumdan kaynaklanmaktadır.
Minyatür resme daima nakış
gözüyle bakılmıştır; minyatür resim (nakışresim), anlatılan konuyu daha iyi
açıklamak için başvurulan bir araçtır. İslami tasvirlerdeki derinlik anlayışı
Batı perspektifinden oldukça farklıdır. İslami eserlerde dünyanın geçiciliği
vurgulanmış olup konuya şeş cihetten (altı yönden) ve bazen de şeffaf
bakılmıştır. Canlı figür ve sair yaratılanı taklitten kaçış, Müslüman sanatkârı
zorunlu olarak üsluplaştırmaya ve mücerret düşünmeye yöneltmiştir.
Ruhani bir hendese olarak
tanımlanan hat sanatı, canlı figürlerden uzak duruşu ve Allah kelamına daha çok
hizmet etmesi bakımından İslam sanatında müstesna bir yere sahiptir.
Allah Teala (c.c.) sanat
konusunda insanların dikkatlerini daima kendi yarattıkları üzerine çekerek, mütemadiyen
ölçü ve dengeye vurgu yapmıştır. Bu daha çok hendesi bezemenin (geometri) ve
ritmik unsurlarla sonsuza kadar uzanan desenlerin gelişmesine sebep olmuştur.
İslam sanatının temeli, tevhit ve sonsuzluk fikri üzerine bina edilmiştir. Bu
fikir, en iyi ritim ve hendese ile ifade edilebilir.
Yaratma iddiasında bulunmamak ve
yaratılanı taklitten kaçınmak; israftan kaçınmak ve güzelliği sadelikte aramak
İslâm sanatlarında özellikle aranan bir husus olmuştur.
İslam sanatı her ne kadar
düşüncesini soyut şekillerle ifade etse de formlarını ne doğrudan doğruya
Kur’an-ı Kerim’den ne de hadis-i şeriflerden almıştır. Aslında tamamen İslami
bir karakter kazanmış görünen birçok desen ve formu kutsal metinlere
dayandırmak mümkün görünmemektedir. Mesela Hristiyan sanatında ikonlar İncil’de
geçen bazı olayları anlatırken, İslam sanatının sıkça başvurduğu hendesi
motiflerin, islimilerin ve hatayilerin Kur’an-ı Kerim’de bir karşılığı ve
hikâyesi bulunmamaktadır.
Son ve mükemmel olma iddiası
taşıyan bir din, insan hayatında bu kadar önemli yer tutan sanat olgusunu ihmal
etmiş olamaz; hele hele dışlamış hiç düşünülemez. Bu hususta önyargılarımızdan
kurtularak Kur’an ve sünnete daha âlemşümul bir pencereden bakmalıyız. Hz.
Peygamber’in hayatı incelenirse onun, nasıl estetik duygularla yüklü bir hayat
anlayışına sahip olduğu uygulamalarından hemen fark edilecektir. İbn Sa’d’ın
rivayet ettiği şu hadis-i şerif buna güzel bir örnek teşkil etmektedir:
Hz. Peygamber bir gün bir cenaze
merasimine gitmişti. Kabir üzerinde gözü rahatsız eden hafif bir kazılış hatası
görerek bunun derhal düzeltilmesini emretti. Birisi ona bunun ölüye rahatsızlık
verip vermeyeceğini sordu. O da, “Aslında böyle şeyler ölüyü ne sıkar ne de ona
rahatlık verir, fakat bu sağ olanların gözlerine güzel görünmesi içindir.”
demiştir.
İslam sanatının esası, tevhidi
merkez alan vezin, ritim, ahenk ve işve formülüyle özetlenebilir. Sonuç yerine Nur
suresinin 35. ayetindeki tasvirleri hayal etmek bile İslam sanatının ruhunu
anlamaya fazlasıyla yardımcı olacaktır.
“Allah göklerin ve yerin
Nur'udur. O'nun nuru, içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık
bir cam içindedir, cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu ne
yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından
yakılır. Ateş değmese bile, nerdeyse yağın kendisi aydınlatacak! Nur üstüne
nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir. O,
her şeyi bilir.”