Dergiden Seçmeler

Müslümanın Varlıkla İmtihanı - Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
Müslümanın Varlıkla İmtihanı - Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

İnsanın, varlık ve dünya ile ilişkisi var oluşundan beri en büyük problemlerinden biridir. Bu yüzden de din ve inanç sistemlerinin en temel hedeflerinden biri, insanın dünyaya karşı tavrını düzenlemek olmuştur. İnsanoğlu yapısı gereği dünyaya tutkun, dünya nimetlerine meftundur. Bu tutku frenlenmezse, insan dünyayı yutacakmışçasına bir hırs ve tul-i emelden kolay kolay kurtulamaz. Kur’an’daki: “Kendilerini fitneye düşürüp denemek için insanlardan bir gurubuna verdiğimiz dünya hayatına ait ziynet ve debdebelere sakın gözünü dikme! Rabbinin rızkı hem daha hayırlı, hem daha süreklidir.” (Taha, 20/131.) ayet-i kerimesi ve benzerlerinde dünyaya aldanmamak öğütlenmektedir. Diğer bazı ayetlerde ise tek çıkış yolunun çalışmak olduğu (Necm, 53/39.) ifade buyrularak denge tavsiye edilmektedir. Müslümanın varlıkla imtihanındaki başarı ihtiyaçları sınırlayarak bir denge içinde yaşamak şeklinde ifade edilebilir.

Müslümanın varlıkla imtihanını sosyal adalet açısından ele alacak olursak, bütün dinlerin, siyasi ve ekonomik sistemlerin gerçekleştirmeye çalıştığı en önemli hususlardan biri olan sosyal adalet, kanun ve hukuk sistemiyle korunan bir nizam olmaktan çok, insani olgunluk ve doygunluğa erişmiş fertlerle sağlanan bir husustur. Müslümanın varlıkla imtihanı, nimeti başkalarıyla paylaşmak, kardeşinin ve ötekinin farkında olmaktır. Çalışmayı bırakıp üretimden kaçmak değil, çalışıp şahsi ve nefsi tüketimi aza indirmek ve böylece ihtiyaç içindeki kardeşini kendine tercih etmek; yani isar sahibi olmaktır. İsar anlayışının var olduğu bir toplumda sosyal adalet, tam bir sevgi ortamında gerçekleşir.

Ekonomi, sınırlı kaynaklardan sınırsız ihtiyaçları karşılama ilmi olarak tanımlanır. Bugünün modern ekonomi anlayışına göre ihtiyaçlar sınırsız, kaynaklar sınırlıdır. Sınırlı kaynaklardan sınırsız ihtiyaçları karşılamanın zorluğu meydandadır. Çünkü insanın arzu, istek ve ihtiyaçları bitmek tükenmek bilmez. Bunların hepsinin karşılanması ise bir ömre sığmaz. Hâl böyle olunca insan bütün ömrünü ihtiyaçlarını temine harcar, ulvi duygulara, ibadet ve sanat gibi manevi ihtiyaçlara zaman ayıramaz. Bundan dolayı İslam irfan geleneğinde “bir lokma, bir hırka” anlayışı ile ihtiyaçları zaruret ölçüsüne indirerek varlığa esir olmamak öğütlenmiştir. Çünkü bu gelenekte aslolan her şeyin Allah’a ait olduğunu bilip O’na bağlanmaktır. 

Bir lokma bir hırka anlayışı, ihtiyaçları sınırlandırıp insanı ihtiyaç ve istekler peşinde koşturmamaya yöneliktir. Nitekim Peygamberimiz Efendimiz (s.a.s.) de insanın havaic-i asliyesi diyebileceğimiz zaruri ihtiyaçlarını şu üç şeyle sınırlandırmıştır:

1- Belini doğrultacak birkaç lokma, 2- Vücudunu soğuk ve sıcaktan koruyacak giyecek hırka, 3- Başını sokacak bir ev. (bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 81.)

İslam irfan geleneğindeki bir lokma bir hırka anlayışı, aslında bu hadisin özeti gibidir. Sanıldığı ya da iddia edildiği gibi insanları tembelliğe ve üretkenlikten uzaklaşmaya sevk etmez. Aksine ilim, irfan ve ibadet peşinde koşmaya yönlendirir. Sahip olamadığı ve fakat sevgisiyle yanıp tutuştuğu bir dünya malının insanın ruh hayatını nasıl kararttığını tahmin etmek zor değildir.

İnsanın ihtiyaçlarını sınırlandırmasının asıl etkili ve geçerli olduğu yer, tüketim alanlarıdır. Özellikle günümüzde çok çeşitli reklam vasıtaları aracılığıyla “israf ve tüketim ekonomisi” alabildiğine körüklenmektedir. Her şey tüketim esasına dayandırılmakta israf hızla artmış bulunmaktadır. İhtiyacın kontrol altına alınarak reklam ve teşvik unsurlarının azaltılması ise israf ekonomisinin yerini, ihtiyaç ve verimlilik ekonomisinin almasını sağlayacak, insanlar teknolojinin ürettiği imkânları bilinçsizce harcamaktan kurtulacak, zengin fakiri ezmeyecek; fakir, içinde fakirliğin buruk acısını ömür boyu taşımak ve zengine haset nazarıyla bakmak sancısından kurtulacaktır.

Günümüz insanı manevi ve ulvi değerlerini kaybettiği için daima isteklerinin ve tüketimin peşinde koşuyor, insanlığa yaraşır, sanat, edebiyat, ibadet ve hizmet gibi duygulardan çok uzak bulunuyor. İhtiyaçlarını sınırlandıramadığı için “aradığını bilmeyen bulduğunun farkında olmazmış” çıkmazını yaşıyor.

Müslümanın varlıkla imtihanında ihtiyaçları sınırlandırmanın ölçüsü kanaat ve rızadır. Kanaat algısı ifrat ve tefritten uzak korunabildiği sürece, belli kıymetler ve insani duygu ve değerler baki kalır. Aslına bakılırsa bütün İslam büyükleri, dünyayı ve dünya malını değil, kalbi dolduran ve başka sevgilere yer bırakmayan “dünya sevgisini” yermişlerdir. Nitekim Mevlana’nın şu sözü bu konudaki ölçüyü ne güzel belirtir:

Dünya nedir? Dünya Allah’tan gafil olmandır.      Dünya ne kumaş, ne altın, ne evlat, ne kadındır. (Mesnevi, I, b. 984.)

İmandan takva ve ihsana doğru yükselen İslami anlayışta, dünya ile sınırlı bir hayattan sonsuzluk âlemine doğru kanat açmak ve tende mahpus olan canın kurtulması düşüncesiyle ahiret tarafına doğru yol almak öğütlenmektedir. Dünya hayatı genişliğine, cazibesine ve çekiciliğine rağmen insan ruhu için sıkıcıdır.

Bu dünya yine Mevlana’nın ifadesiyle çok ısınmış, kızmış bir hamama benzer. Nasıl insan hamamda nefes alamaz, bunalır ve ruhu daralırsa dünya da aynen öyledir. Bakıldığı zaman hamam, eniyle boyuyla geniş bir mekândır. Fakat sıcaklığı yüzünden insanı bunaltır ve daraltır. İnsan hamamdan dışarı çıkmadıkça ferahlayamaz. İnsan dünyanın daraltan ve bunaltan özelliğini, ancak vermek, paylaşmak ve ruhunu ondan azat etmek suretiyle hissetmez olur. (Mesnevi, III, b. 3544 vd.)

İnsanın varlıkla imtihanı bir tevekkül işidir. Tevekkül ise bir kalp eylemidir. Allah’a güvendir. Allah’tan gelene rızadır. İhtiyaçların sınırlandırılması, kişinin nefsine karşı tavrı ve nefis eğitimidir. Nefis eğitiminin temel şartı vermektir. Bu anlayış:

Ne varlığa sevinirem / Ne yokluğa yerinirem

Aşkın ile avunurem / Bana Seni gerek Seni

gönül enginliğini sağlar. Varlığa değil, varlığın sahibine güvenmeyi, yani tevekkülü ve yokluk sebebiyle hayıflanmadan sabretmeyi öğütler. Çünkü insanın ruhi dengesini bozan şeylerin başında dünyevi kaygılar ve stres gelir. Stresi hazırlayan sebeplerin başında hırs ve tul-i emel vardır. Emel ile elem arasında bir anlam yakınlığı söz konusudur. Ardı arkası kesilmeyen emel ve istekler, elem kaynağıdır. Olayları ve insanları olması gerektiği gibi değil, olduğu gibi kabul etmek ruhi doygunluğun temel motiflerindendir. İtminan, sükûnet ve sekinet ruh sağlığının en yüksek göstergeleridir. İman ve teslimiyet bunun temel şartıdır.

Müslümanın varlıkla imtihanının bir de iptila ve imtihan boyutu vardır. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Sizi korkudan, açlıktan, mallar, canlar ve ürünlerin eksikliğinden bazı sıkıntılarla imtihan edeceğiz.” (Bakara, 2/155.) Varlık ile darlığın, yokluk ile bolluğun Allah’tan bir imtihan olduğu ve insanın sabır sayesinde darlığı; şükür sayesinde de bolluğu aşabileceği anlaşılmaktadır. Yoklukta elindekilerle yetinip sabretmek, varlıkta imkânları paylaşmak suretiyle varlığa şükür gerçekleşmiş olur. Sabır da, şükür de dışa yansıyan boyutu olmakla birlikte birer kalp eylemidir. Yokluğa sabır da, varlığa şükür de evvel emirde kalp ile olur. Ancak varlığa sabır, yokluğa sabırdan daha zordur.

Varlığa ve yokluğa sabrın tek yolu “Cefası çok, vefası yok” bu dünyayı ve imkânlarını arızi görmek; asıl dönüş yeri olan ahiret yurduna hazırlanmayı iman muktezası bilmektir. Müslüman, varlıkla imtihanını başarmak için varlıktan ve dünyadan geçmeli ve ahireti seçmelidir. Değilse bugün olduğu gibi “sekülerizm” denilen dünyevileşmenin kucağına düşer.

​​​​​​