Yrd. Doç. Dr. Mustafa EREN
Kocaeli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
İyilik erdemi şu hakikatten hareket eder: Benim dışımdaki insan da
benden başka biri değildir, çünkü onun da bir nefesi ve bir nefhası vardır.
Huzuru ilahîde, o benden ne fazladır ne eksiktir, ona verilen bana da
verilmiştir. O da Allah’ın halifesidir, iyilik yapılmaya layık bir varlıktır.
Kur’an’ın ahlak metafiziği iyilik ilkesi üzerine kurulmuştur. “Eğer
sana yapılan iyiliğe ve kötülüğe daha iyi olan bir iyilikle mukabelede
bulunursan, seninle arasında düşmanlık bulunan kişi, sıcak bir dost oluverir.
İnsan büyük bir hazinedir ve içinde her şey yazılıdır. Fakat
karanlıklar, perdeler bırakmaz ki insan içindeki o değerleri keşfetsin. Bu
perdeler ve karanlıklar, bu dünyadaki türlü türlü meşguliyetler, insanın dünya
işlerinde aldığı çeşitli tedbirleri ve gönlün bitmek tükenmek bilmeyen arzu ve
hevesleridir. Beşeriyetten insanlığa, insanlıktan kâmil insan olmaya doğru
tekâmül etmenin sırrı, insanın etrafını kuşatan bu karanlık ve perdelerden kurtulmasında
yatar. Sürekli bir koşuşturma ve panik içerisinde olan insan kendi iç
dünyasındaki zenginlik ve güzellikleri fark etme imkânı bulamamaktadır. İnsana
şah damarından daha yakın olan yüce yaratıcı, ona kendisini sorgulama zaman ve
mekânları lütfetmiştir.
Sinesinde birçok hikmeti ve yüksek ilahî hakikatleri barındıran
ramazan ayı rabbimizin bize bahşettiği müstesna zaman dilimlerinden biridir.
Ramazan ayı, gönüllerin ilahî rahmet ve mağfiret arzusu ile yıkandığı,
iradeleri eğiten ve özgürleştiren orucun manevi hazzı ile iyilikseverlik ve
hayırseverlik duygularının kabardığı, müminlerin hayırda ve iyilikte yarıştığı,
tövbe ile hakka yönelme şuurunun geliştiği af ve mağfiret ayıdır. (Ali
Bardakoğlu, 21.Yüzyıl Türkiye’sinde Din ve Diyanet I., s. 144.) Ramazan ayı
Müslümanın üç temel niteliği olan iman, İslam ve ihsan duygularının bir harmoni
içerisinde yoğrularak akit hâline geldiği rahmet ayıdır. Ramazan ayı her yıl
insana bezm-i âlemde yüce Rabbine karşı vermiş olduğu sözü hatırlatır. Bu
nedenle insanı diğer varlıklardan değerli kılan, onun iç dünyasını
zenginleştiren manevi değerler bu bereketli ayda doruğa ulaşır. Bu değerlerin
başında ahlaki erdemlerin nüvesini oluşturan iyilik gelir.
İyilik erdemi şu hakikatten hareket eder: Benim dışımdaki insan da
benden başka biri değildir, çünkü onun da bir nefesi ve bir nefhası vardır.
Huzuru ilahîde, o benden ne fazladır ne eksiktir, ona verilen bana da
verilmiştir. O da Allah’ın halifesidir, iyilik yapılmaya layık bir varlıktır.
Çünkü sadece ona değil, kendine de iyilik yapmış olur. İyilik yapmak insanı
egoist kuruntulardan kurtarır. O iyilik Allah rızası için yapılırsa, insanı
bencil duygu, düşünce ve davranışlardan bilkuvve kurtarır. İyilik, insanın
kendisinden, sevdiklerinden fedakârlıkta bulunarak karşılık beklentisi olmadan
başkalarının lehine yapmış olduğu takdire şayan davranışlardır. Ahlakın insanda
asıl geliştirmek ve sürekli kılmak istediği özellik budur. İyilik hayatın en
tatlı, en verimli ve en sevimli işidir. Allah bilinciyle yapılan her meşru iş
iyiliktir. İnsanlar iyilikle mutluluk bulur. İyilik; kişiler arasında
dostluğun, sevgi saygı ve kardeşliğin kurulmasına sebep olur. Dostluklar
sevgiyle derinleşir, İslam iyilikle gelişir. (Fahrettin Yıldız, Kur’an
Aydınlığında Hayatı Doğru Yaşamak, İst. 2008, s. 319.)
Kur’an’ın ahlak metafiziği iyilik ilkesi üzerine kurulmuştur. “Eğer
sana yapılan iyiliğe ve kötülüğe daha iyi olan bir iyilikle mukabelede
bulunursan, seninle arasında düşmanlık bulunan kişi, sıcak bir dost oluverir.”
(Fussılet, 41/34.) ayet-i kerimesi iyiliğin insan tabiatındaki özelliğini
ortaya koyar. İnsan müminliğini bir iddianın ötesine geçirip imanına insanları
şahit tutacak eylemlerde bulunmasını Kur’an ihsan kavramıyla ifade eder. Bu
anlamda ihsan vericilik demektir. Allah, Muhsin ismiyle ihsanda bulunarak hem
varlığı yaratmakta hem yaratırken kendilerini gerçekleştirebilecekleri
yeteneklerle onları donatmakta hem de yaşamları sürecinde taleplerine karşılık
vermektedir. Bu hayatta test edilme riskini göze alan insan, bütün yapıp
etmelerinde Allah’ın varlıkla kurduğu bu verici ilişki tarzını model alan ideal
insanı temsil etmektedir. İyi bir mümin olabilmenin temel dinamiği olan ihsan,
insanın yaptığı işin ahlaken en iyisini, estetik olarak en güzelini, ekonomik
olarak en âdilini ve en faydalısını, bilgi olarak da en doğrusunu amaç edinmesi
demektir. “Sizden, iyiye çağıran doğruluğu emreden ve fenalıktan men eden bir
cemaat olsun.” (Âl-i İmran, 3/104.), “İyilikte ve fenalıktan sakınmakta
yardımlaşın, günah işlemek ve aşırı gitmekte yardımlaşmayın.” (Maide, 5/2.),
“Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.” (Bakara, 2/148.) Kur’an’ın bu
buyruklarını gerçekleştirme imkânı, insanın hemcinslerinin yaşamlarına katkıda
bulunmaya bağlanmıştır. Bu nedenle, ilişki içinde olduğumuz her bir insan ve
çevremizdeki her bir varlık esasında kendimizi gerçekleştirmenin ve mümin oluş
iddiamızın sağlamasının birer imkânı olarak bize sunulmaktadır. (Şaban Ali
Düzgün, Sarp Yokuşun Eteğinde İnsan, Ankara 2012, s. 19.) Hz. Peygamberimiz bütün eylem söylemlerinde
hep iyiyi ve güzel ahlakı teşvik etmiştir. Şu meşhur hadisinde, “İyilik ve
hayır güzel ahlaktır; kötülük ise vicdanını rahatsız eden ve insanların
bilmesini istemediğin, yani herkesten gizlediğin şeydir.” (Müslim, Şerhu’n
Nevevi, cüz 16-3, Beyrut 1972.) iyinin ve kötünün rasyonel kriterini vermiştir.
Kur’an, sünnet ve bu kaynaklardan beslenen İslam geleneği ve tecrübesinin
hayata dönük iddiası yaşanabilir bir dünya oluşturmaktır. Hayırlı nesil,
yaşanabilir temiz çevre, temiz hava, güvenli iletişim, temiz gıda, temiz
toplum, güvenli meskenler ve hayırda yarışmak gibi insanca yaşamanın asgari
unsurlarını Kur’an bu terimler üzerinden vermektedir ve insanları böyle bir
yaşam kurmanın mücadelesine çağırmaktadır. Bu ideali gerçekleştirmek için
Müslümanın berrak bir ahlaki bilince sahip olması gerekir.
“İyilik (birr), yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz değildir.
Aksine iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman
edenlerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlarına, yetimlere,
yoksullara, yolda kalmışa, ihtiyacından dolayı isteyene ve özgürlükleri için
mücadele edenlere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma
yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın
kızıştığı zamanlarda direnip sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte
bunlar doğru olandır. Muttaki olanlar onlardır. (Bakara, 2/177.)
Bu ayet-i kerime Müslümanın üç temel niteliği olan iman, İslam ve
ihsan gibi unsurları ve bunların bir bütünlük içerisinde yaşanması gerektiğini
tavsiye ederek Müslümana sağlam bir ahlak bilincini aşılar. Ve aynı zamanda
dini sadece ibadetlere indirgeyip ve onunla kurtuluşa ereceği ümidini
taşıyanlar için bir uyarı niteliği taşır. Günümüzde ciddi anlamda bireysel,
toplumsal ve hatta küresel ölçekte ahlak sorunları yaşanmaktadır. Bu sorunların
Müslüman toplumlarda daha bariz bir şekilde görülmesi kolayca izah edilebilir
durum değildir. Demek ki dinî algı ve pratiklerimizde bir şeyleri doğru
yapmıyoruz ya da yapamıyoruz. Şüphesiz bunun çeşitli sebepleri vardır. Bizim
kanaatimize göre ibadetlerimizi sıradan alışkanlıklara dönüştürerek, onların
bizi ulaştırmak istediği ahlaki güzelliği ihmal ediyoruz. Hâlbuki ibadetler
basit alışkanlıklara dönüşmesin diye, ibadetlere bilinç ve dinamizm kazandıran
“niyet” esas alınmıştır. Bizim asıl alışkanlığa ve meleke hâline dönüştürmemiz
gereken ibadetler değil de o ibadetlerin bize kazandırdığı ahlaki erdemler
olmalıdır. Zaten ahlak ilkelerinin somutlaşarak erdeme dönüşmesi ancak
melekeyle olur. İnsanın imanının ve ibadetinin kalite testine tutulduğu alan da
burasıdır. Buradaki ihlaller ve kusurlar hem suç olarak hanemize yazılır hem de
günah olarak adlandırılır. Bu anlamda içerisinde birçok ibadeti yoğun bir
şekilde ifa edebileceğimiz ramazan ayını tefekkürle zenginleştirerek, aşınmış
olan değerlerimizi onarma ve yeni ahlaki erdemler kazanma ayına dönüştürmek
için yeni bir fırsat ve imkân olarak görmeliyiz.