Dergiden Seçmeler

İNANCI KORUMAK
Dr. Ekrem KELEŞ / Diyanet İşleri Başkan Vekili

Ateizm, deizm ve nihilizm gibi din karşıtı modern akımlar, aslında insanoğlunun var oluşundan beri çeşitli şekillerde kendini gösteren savrulmaların devamı niteliğindedir. Kur’an-ı Kerim bize insanlık tarihinin en başından itibaren bir iman ve inkâr tarihi olduğunu haber vermektedir. İman, Hak Teala katında izzetin ve şerefin remzidir. İnkâr ise hüsranın ve helakin kapısıdır. İnanç bizi Rabbimize karşı sorumluluklarımızı hatırlatmak suretiyle kul, cemiyet nezdinde yüklediği mesuliyetlerle de insan kılar. Merhum İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un, “İmandır o cevher ki ilahî ne büyüktür. / İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.” dizelerinde billurlaşan manada olduğu gibi, inanç her daim umudun, inançsızlık ise ye’sin kaynağıdır. Hayat sermayesi insana onu zayi etmesi için değil, kendi şahsından başlayarak, ailesine, akrabalarına, içinde yaşadığı topluma ve nihayetinde bütün insanlığa karşı sorumluluk bilinciyle dikkatlice kullanılması için verilen bir nimettir. 

İmtihan edilmek üzere dünyaya gönderilen insanın kalbi, dolayısıyla imanı sürekli bir taarruz altında olacağı için Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), “Şüphesiz ki bedende bir parça vardır; o düzgün olursa bedenin tamamı düzgün olur, bozuk olursa bedenin tamamı bozuk olur. Dikkat ediniz ki o kalptir.” buyurmuşlardır.

İslam dini, sahip olduğu özgün mekanizmalar, usuller ve imkânlar sayesinde her dönem kendi tazeliğini ve canlılığını muhafaza etmiş, zamanın ruhuna nüfuz etmiş, hayata dokunmuş bir din olduğu için tarih boyunca Müslüman toplumlarda kitlesel bir sapma yaşanmamıştır.  Bunun yanında bireysel ve toplumsal planda imanın sürekli canlı tutulması, beslenmesi, tazelenmesi gerektiğinin altı çizilmiştir. 

İnsan, inanan bir varlıktır. Çünkü inanma duygusu fıtridir. Tarih boyunca insanoğlu kendisini hak veya batıl bir inanç sisteminin içinde, onun gözetim ve himayesinde olma ihtiyacı hissetmiştir. İslam inancına göre de her doğan insan, tevhit akidesinin üzerine nakşedileceği temiz bir sayfaya benzer. (Buhari, Cenaiz, 92.) Ancak inanmak, kişi ile inandığı varlık arasında sadece duygusal bir iletişim kurmakla kalmayıp, kişiye mükellefiyet yükleyen, kimlik ve kişilik kazandıran, onu zorluklar karşısında kuvvetli ve dayanıklı kılıp daima ümit aşılayan, güçsüzlüğü ve ümitsizliği ortadan kaldıran ve müminin hayat tarzını tamamen değiştiren çok güçlü bir bağdır. 

Bu yüzden Cenab-ı Hak, insanlığa hakikati bulmada yol gösterici olmak ve yanlış yollara sapmaktan insanlığı korumak için başlangıçtan itibaren her dönemde elçiler göndermiştir. Bütün peygamberlerin en önemli vazifesi insanoğlunu tevhit akidesine çağırmak ve doğru inancı yaşayarak insanlığa öğretmek olmuştur. Bundaki hikmet, insanı kötü düşüncelerden arındırmak, inanç dünyasını küfür ve şirkten uzak tutarak aynı anlamda sağlam ve sarsılmaz bir temel üzerine inşa etmek ve Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve emanetinin taşıyıcısı sıfatıyla onu fıtratına uygun olan yüksek insani ve ahlaki değerlerle donatmaktır.

Günümüzde her geçen gün gelişen teknolojinin ve kitle iletişim araçlarının da etkisiyle her türlü bilgiye hızla erişimin kolaylaşması ve bilginin kontrolsüz biçimde yayılması, beraberinde olumsuz pek çok düşünce ve fikir akımının da serbestçe dolaşımına imkân vermektedir. Bu durum, inanç değerlerimiz başta olmak üzere günlük hayatımızı birçok açıdan etkilemekte; bizi inancımızdan, yaratılış gayemizden uzaklaştıran ve özümüze yabancılaştıran birtakım unsurlar, değerler dünyamızı tahrip etmektedir. Tüm bu zararlı etkilerden korunmak; dinî, ahlaki, vicdani değerlerin özünü oluşturan inanç değerlerimizi korumakla ve bu konuda Kur’an’ın, nebevî öğretilerin, aklın ve vicdanın sesine kulak vermekle mümkün olabilir. 

Müslüman toplumların temelde ateizm, deizm ve nihilizm gibi sorunları yoktur. Bu cereyanlar, kıyamete kadar geçerliliğini taşıyacak olan din-i mübin İslam’ın bilinmemesi, üzerinde kafa yorulmaması ve anlaşılmaması neticesinde kendilerine mahal bulan düşüncelerdir. Özellikle gençler arasında, yeni mecralar üzerinden yaygınlık kazandığı gözlenen bu görüşlerin her şeyden ziyade bilgisizlik bataklığından beslendiği açıktır. 

Bugün insanımıza, çocuklarımıza, gençlerimize imanın teorik anlamından ziyade pratik değerini öğretmek ve pratik imanı tüm eğitim süreçlerine dâhil etmek durumundayız. Çünkü sadece inandım demenin, imanın göstergesi olarak yeterli olmadığını yine Kur’an-ı Kerim bizlere bildiriyor: “İnsanlar ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannediyorlar? Andolsun biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik.” (Ankebut, 29/2-3.) İmanın yüzlerce göstergesi, sosyal boyut ya da pratik iman denilen alanlardadır. İman, sosyal boyutunu kaybettiği zaman Müslümanlar toplumsal dinamiklerini kaybetmeye, dolayısıyla da çökmeye başlar. Günümüzde iman algısı, sosyal hayat boyutundan yoksun kalmakta ve vicdanlara mahkûm edilmektedir. O zaman da İslam’ın birey ve toplum üzerindeki ahlaki, sosyal ve kültürel yansımasının önü baştan kesilmiş olmaktadır.

Netice itibarıyla iman, bir bütün olarak Allah’ın varlığını ve birliğini kabul ederek yaşamak ve onun kendisiyle, insanlarla ve tabiatla ilişkilerini düzenleyen bütün emir ve yasaklarına uymaktır. İman, tevhit gibi tam mücerret bir gerçekten ahiret hayatı gibi tecrübe edilemez bir âleme kadar uzanan gönle ait bir kabul ve yöneliştir. İman, sadece dil ile kalp arasında biten bir akit değil, bütün bir varlığı yorumlayan temel bir disiplindir. Bu disiplinin mihveri Allah inancıdır. Allah inancı ile başlayıp ahiret inancı ile tamamlanan “amentü” dünyasında insanın varlığı anlam kazanır. İnsan yaratılışın, yaşayışın ve ölümün anlamını ancak imanla bulur. İman, her ne kadar dil ile ikrar kalp ile tasdik diye tarif edilse de onun en büyük göstergesi ameldir yani davranışlardır. Zira insan, ahirette defter-i akvale göre değil defter-i amale göre hesaba çekilecektir.​


​​​​​​