Prof. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA
Mescit ve camiler, İslam’ın işaretini taşıyan mekânlardır. İbadet ve dua, bu ruhani atmosferlerde daha büyük bir önem kazanır. Camide yapılan ibadet, mabedin dışında yapılan kulluktan daha hayırlı ve bereketlidir. Mükâfatı/ecri de o nispette sınırsızdır.
“Müslüman bir kimse, namaz ve zikir için mescidi vatan edindiği (çok gitmeyi alışkanlık hâline getirdiği) zaman Allah’ın onun bu hâlinden duyduğu sevinç, tıpkı gurbette adamı olan kimselerin, onun yanlarına dönmesiyle (ona kavuşmaktan) duydukları sevinç gibidir.” (İbn Mace, Mesacid, 19.)
Kesintisiz dualara muhatap olmak
Cami ve mescit imar ve inşası, fazileti yüksek hayırlar içerisinde kabul edilir. Nitekim o mabet, ayakta kaldığı sürece yapana ve yaptıran yönelik dualar, kesintisiz bir şekilde devam eder.
“Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.” (Tevbe, 9/18.)
“Her kim Allah rızası için bir mescit inşa ederse, Allah Teala da ona cennette bir köşk inşa eder.” (İbn Mace, el-Mesacid ve’l-Cemaat, 1.)
Camilerin/mescitlerin anası
Mekke nasıl ki şehirlerin anası (Ümmü’l-Kurâ) ise, Kâbe de mescitler mescidi/mescitlerin anasıdır. Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’in inşa ettiği Kâbe’nin, bazı rivayetlere göre, temelleri Hz. Âdem tarafından atılmıştır. Ne olursa olsun, Kâbe de, dünyadaki bütün cami ve mescitler de Allah’ındır, Allah’ın evleridir (Beytullah). Ümmet ise, cami ve mescitlerde ibadet ve kulluklarını yerine getirir. Dolayısıyla camilere, Allah’tan başkası, mülkü gözüyle bakamaz veya bu izlenim içerisine giremez.
“Mescitler şüphesiz Allah’ındır. Öyleyse oralarda Allah’a yalvarırken başkasını katmayın.” (Cin, 72/18.)
Allah için yolculuk yapılan üç mescit
İlk mescit Kâbe’den sonra Müslümanlara mabetlik yapmış ikinci mescit, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hicreti sırasında inşa ettiği Kuba’dır (Kuba Mescidi, Cuma Mescidi). Kuba, aynı zamanda ilk cuma namazının da kılındığı camidir. Ancak Hz. Peygamber’in önderliğindeki Mekke döneminin Müslümanlarının ibadetleri için yöneldikleri mekân, Hz. Süleyman’ın yaptığı Mescid-i Aksa’dır. Bu mescit, Hz. Peygamber’in (s.a.s.), miraçta Allah’ın izin ve kudretiyle ziyaret ettiği mabettir.
Bir diğer mescit, Mekke’den Medine’ye hicret gerçekleştikten sonra, Allah’ın Elçisi’nin (s.a.s.) ve yol arkadaşlarıyla (Ensar ve Muhacir) birlikte inşa ettiği Mescid-i Nebevi’dir. Efendimizin (s.a.s.), işaret ettiği gibi, Allah için yapılacak her türlü seyahatin istikameti bu (Kuba’yı dışarıda bırakırsak) üç mescittir.
“(İbadet için) sadece şu üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa.” (Buhari, Mescidü Mekke, 1, 6; Savm, 67; Sayd, 26; Müslim, Hac, 415, 511, 512.)
Bunlara Emevi, Ayasofya, Kurtuba Ulu Camii, Bursa Ulu Cami, Süleymaniye, Selimiye, Sultanahmet camileri gibi çok sayıda mabedi ekleyebiliriz.
Mescid-i Nebi, Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde, mabet; yönetim merkezi, okul, diplomatik kabul ve görüşmelerin yapıldığı yer, hukuki ve ticari sosyal meselelerin konuşulduğu ve görüşüldüğü önemli ve etkin bir merkez konumundadır.
Allah adına kurban edilmemiş hayvanların nasıl ki etleri murdar ise, O’nun adına inşa edilmemiş mabetler, cami ve mescit değildir. Böyle bir mabet, ancak Kuba Mescidi’nin karşısında ona karşı müşrik, münafık ve Yahudilerin inşa ettiği Dırar Mescidi’dir.
“Onun içinde asla namaz kılma. İlk günden temeli takva (Allah'a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescit (Kuba Mescidi), içinde namaz kılmana elbette daha layıktır. Orada temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da tertemiz onları sever.” (Tevbe, 9/108.)
Küfür/şirk, çıkar ve menfaat için camileri alet eden zavallılar
Mescit ve camileri ve oralarda Allah’ın adının anılmasını yasaklayan zalim ve müstekbirler, iki cihanda büyük rezillik ve azaba muhatap olacaklardır. (Bakara, 2/114.) İslam’a zarar vermek ve küfür/şirk için, mescit ve camileri merkez yapmaya kalkanlar, dünyada ve ahirette büyük bela ve musibetlere uğrarlar. Müminlerin arasına nifak ve ayrılık sokmak, küfre ve zalimlere hizmet etmek için cami ve mescitlerde muzır faaliyetler yapanlar, küfür diyarının temsilcileridir.
Sapkın ve sapık süfli arzu ve ihtiraslarını gerçekleştirmek için, Müslümanların mabetlerinde akıl, izan ve cinsiyet karmaşası yaşayan zavallı güruhlar, İslam’ın sembol (remiz), işaret ve ibadet rükünlerini kullanamazlar. İslam’ın kutsal ve şiarı olan kavram, eylem ve ilkelerini, dünyevi çıkar ve menfaatleri için alet edemezler.
“Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, müminler arasına ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve Rasulüne karşı savaşanlara üs olsun diye bir mescit yapanlar vardır. Bunlar, ‘Bizim iyilikten başka hiçbir kastımız yok’ diye de mutlaka yemin ederler. Ama Allah şâhitlik eder ki bunlar mutlaka yalancıdırlar.” (Tevbe, 9/107.)
“Bir adam mescide yitiğini ilan etti ve: “Kim kızıl deveyi gördü?” dedi. Bunu işiten Aleyhisselatü vesselam: ‘Bulamaz ol! Mescitler neye yarayacaksa onun için inşa edilmiştir (gayesinden başka maksatla kullanılamaz)’ buyurdular.’ (Müslim, Mesacid, 80.)
Mabetler kimin?
Mescit ve camiler, İslam’ın ruh aynaları olan aziz mekânlardır. Bu mekânlara, temiz bir beden, pak ve güzel elbiselerle/ziynetlerle girmek, Kur’an’ın emridir. (Araf, 7/31.)
Günde beş vakit, haftada bir cuma ve iki (ramazan, kurban) bayramda inanlar, bu nezih mabetlerde buluşurlar, kulluk görevlerini yerine getirirler, dert ve sorunlarını paylaşır/halleşir, sevinçlerini beraber yürekleriyle yaşarlar…
Cuma günleri ki, Müslüman haftalık bayram günleridir. O gün, namaz vakitleri, cami dışında dünyevi ve ticari bütün bağlar kopar, uhrevi hayatın (güzel ve hayırlı) akıbeti/bekası için, cami içinde sorunlar ve meseleler seslendirilir… Camide, namazla huşunun zirvesine ulaşılır… Akabinde Allah için, din için, iman için, devlet için, kutsal ilkeler için, güçlü ve kuvvetli/kudretli Müslümanlar olmak üzere yeryüzünün tüm şehir ve yerleşim yerlerine dağılırlar. Böylece bilgi, teknoloji ve ticarette “en güçlü ve en ileri” seviyeye ulaşmak amacı/hedefi, Allah’ın rızası ve insanlığın faydası çerçevesinde gerçekleştirilir.
“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) isteyin. Allah'ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz/başarıya eresiniz.” (Cuma, 62/9.)
Hz. İbrahim’in duasının tecelli ettiği gönül mekânları
Cami ve mescitler, İbrahim Peygamber’in (a.s.) duasının tecelli ettiği gönül eserleridir. Kendimiz ve neslimizin kulluk bilinç ve ruhunu yaşadıkları huzur mahfilleridir. Orada iyi, hayır ve takva, en güzel hâllerle bizi terbiye eder, insani kimliğimizi, İslami ruh/tefekkürle buluşturur.
“Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.” (İbrahim, 14/40.)
Camiler, sadece ümmetin erkeklerine ait mekânlar değildir. Orada saadet asrında olduğu gibi, kadın ve erkekler ubudiyetin ruhani tüm zevk ve heyecanını son sınırlarına kadar yaşarlar. Allah’ın Rasulü, kadınların mescitlere gidişinin engellenmesini doğru bulmaz. Nitekim o durumu şöyle ifade eder:
“Allah’ın kadın kullarını Allah’ın mescitlerinden alıkoymayınız. Ancak onlar da koku sürünmeden mescide gelsinler.” (Ebu Davud, Salat, 52.)
Hicretin bereketi üç mekân: Mescit/cami, okul/suffa ve pazar
Mescitler, bir mektep ve okul işlevini görmüştür. Nitekim medeniyetimizin inşacısı, Hz. Peygamber (s.a.s.), hicretten sonra Medine’de, öncelikle üç yeri hazır hâle getirmiştir. Mescit, okul ve (Müslümanlara ait) pazar. Ashab-ı suffa denilen sahabilerden bazı kimseler, sadece ilim tahsili için, birçok zorluklara katlanarak Peygamber Mescidi’nin etrafındaki hücrelerde/odalarda
eğitimlerini sürdürmüşlerdir. Allah’ın Elçisi (s.a.s.), kadınların eğitim ve soru(n)ları için bir gün ayırmış, böylece onların yetiştirilmesinin önemine dikkat çekmiştir.
“Ebu Said’den rivayet edildiğine göre; bir kadın Allah Rasulü’ne gelerek şöyle bir istekte bulundu: “Ya Rasulallah! Senin sözlerinden hep erkekler faydalanıyor. Bize de özel bir gün belirlesen, o gün sana gelsek de Allah’ın sana öğrettiklerinden bize de öğretsen.” Allah Rasulü ‘Şu gün şu mekânda toplanın.’ buyurdu. Bunun üzerine kadınlar toplandılar. Allah Rasulü geldi ve onlara Allah’ın kendisine öğrettiklerinden öğretti.” (Buhari, İ’tisam, 9.)
Mabetlerin gülleri: Kadınlar ve çocuklar
Kadınlar gibi, çocukların da mescitlerde bulunmasını teşvik eden Hz. Peygamber (s.a.s.), onların varlığını hiçbir zaman eleştirmemiş ve engellememiştir. Çocuk sesleri ve ağlamaları, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) için, hayatın doğal bir hâli olarak görülmüştür. O, bu konudaki tavrını şu şekilde ortaya koymuştur:
“Uzun uzun kıldırma isteğiyle namaza başlıyorum ki o esnada bir çocuk ağlaması işitiyorum. Annesinin onun ağlamasından dolayı sıkıntıya düşeceğini bildiğimden namazı kısa tutuyorum.” (Buhari, Ezan, 65.)
Hz. Peygamber nezdinde, çocuk sesleri, gülme ve ağlamaları, hiçbir zaman ibadetin/namazın huşusunu bozan durumlar olarak algılanmamıştır. Bu gibi hususlar, ikaz konuları olmamıştır.
Mescitlerin imarı, kadar temizlik ve bakımları da, bir o kadar önemli ve ecri olan hususlardır. Nitekim mutluluk asrında yaşananlar, bunu bariz bir şekilde ortaya koymaktadır:
“Asr-ı saadet’te Mescidi Nebevi’yi devamlı olarak süpüren zenci bir kadın vardı. Bir ara Rasulüllah (s.a.s.) onu görmedi. Merak ederek sordu. Sahabiler “öldü” dediler. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.); “Bana haber vermeniz gerekmez miydi?” diye buyurdular.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), bu durumdan hoşlanmadı ve “Bana kabrini gösterin” diye buyurdular. Sahabe ona kadının kabrini gösterdi ve kadının kabri üzerine cenaze namazı kıldı ve dua etti.” (Buhari, Salât, 72, Cenaiz, 66.)