Prof. Dr. Ali ERBAŞ /
Diyanet İşleri Başkanı
İnsanın serüveni cennetten dünyaya göç ile başlar.
İnsanlık tarihinin en eski gerçekliklerinden birisi,
insanoğlunun, doğal afetler, kültürel sebepler,
inanca dayalı tercihler, ekonomik ve insani gereksinimler
vb. farklı sebeplerle kendisini ait hissettiği mekândan
ayrılmak zorunda kalışıdır. Yola revan olanlar için her
göç, onurlu ve güvenli bir hayatı yaşamak için yeni bir
umut olarak başlar. Eğer söz konusu yolculuk, Âlemlerin
Rabbi’ne iman etmenin gereği mümince bir hayatı yaşamak
için ise g..ün ismi “hicret” olur. Bu anlamda hicret
bir zorunluluk hâlini almışsa ardına bakmadan gitmek,
kulların, Allah’a karşı sorumluklarındandır. “Nefislerine
yazık eden kimselere, canlarını alırken melekler: 'Ne işte
idiniz (dininiz için ne yapıyordunuz)?' dediler. (Bunlar):
'Biz yeryüzünde aciz düşürülmüştük.' diye cevap verdiler.
Melekler de dediler ki: 'Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret
etseydiniz ya!'" (Nisa, 4/97.)
Bugün dünyamızın içerisinde bulunduğu kaos; savaşlar, iç
çatışmalar, terör eylemleri, açlık ve yoksulluk; g..ü, tarihte
hiç olmadığı kadar büyük bir trajedi hâline getirmiştir.
Artık küresel bir problem olan göç, bütün insanlık için bir
vicdan sınavıdır. Her türlü kaynak ve imkâna rağmen modern
dünya, bu insanlık imtihanını kaybetmek üzeredir.
Daha üzücü olanı ise asırlar boyunca mazlumların umudu,
çaresizlerin sığınağı, insanlığın barış ve selam yurdu olan
İslam coğrafyası maalesef iç çatışmalar ve dış müdahaleler
ile tahrip edilerek acının ve hüznün merkezleri hâline
gelmiştir.
Aziz milletimiz son birkaç yıldır özellikle kardeş ülke Suriye’den
gelen mültecilere ev sahipliği yapmaktadır. Suriye’de
sınırları zorlayan şiddet sarmalı, milyonlarca insanı ülkesini
terk etmek zorunda bırakmıştır. Yüce Allah’a şükürler
olsun ki; bir ensar hassasiyeti ile kardeşlerimize kucak açılmıştır.
Biz bu kardeşlerimizle yüzyıllardır ortak bir tarihi,
ortak bir kültürel zenginliği paylaştık. Sevinçlerimiz de
hüzünlerimiz de ortak oldu. Bizi necip bir millet kılan en
önemli değerimiz, merhamet duygumuz, kapımızı çalanı,
bize sığınanı misafir olarak görme hassasiyetimizdir. Bu,
Yüce Kitabımızın .vgü ile söz ettiği bir ahlaktır: “Daha önceden
Medine'yi yurt edinmiş ve g.nüllerine imanı yerleştirmiş
olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler
ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık
hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları
kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa,
işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr, 59/9.)
Göç, birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Kültürel
uyumun olmadığı durumlarda gruplar arasında ciddi çatışmalar
çıkabilmektedir. Bu durumun .nüne geçilebilmesi
ancak kültürel uyumun sağlanmasıyla mümkün olacaktır.
Medyadaki olumsuz göçmen temsilleri, toplumumuzda
göçmenlere karşı ön yargılara, olumsuz izlenim ve kanaatlere
neden olmaktadır. Ülkemizde yaşayan Suriyeli göçmenlerle
Türk toplumu arasında kültürel uyumun bir an
önce sağlanması şarttır. Sorunlarımızı sağlıklı çözebilmenin
yolu farklılıklarımızı müsamaha ile karşılamak, .nümüzdeki
iletişim engellerini aşmaktır.
Göçmenlerin eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve toplumsal
dayanışmalarını gü.lendirecek ve toplumsal hareket mekanizmasını
harekete geçirebilecek adımlar ivedilikle atılmalıdır.
Bu kardeşlerimize sadece yardım dağıtmak yerine
onların toplumla bütünleşerek sorunlarını çözebilecekleri
gözden uzak tutulmamalıdır. Onların en az maddi yardımlar
kadar manevi desteğe de ihtiyaçları vardır. Yetim ve
.ksüz kalan, eğitimsiz yetişen çocuklar, dilenerek hayatta
kalmaya çalışan kadınlar, işsiz delikanlılar, kü.ük yaşta evliliğe
mecbur bırakılan kızlar, bizlerden şefkat, merhamet
ve sevgi beklemekteler.
G..ün başka bir çeşidi, “iç göç” olarak ifade edilen, vatandaşların
daha iyi bir gelecek ve daha rahat bir yaşam
standardı elde etmek amacıyla köylerini, ilçelerini hatta şehirlerini
terk etmeleri şeklinde ortaya çıkan ülke içi nüfus
hareketliliğidir. İlk nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılında
ülke nüfusunun yüzde 84 ’ü köylerde yaşarken, günümüzde
nüfusun yüzde 80 ’ine yakını şehirlerde yaşamaya başlamıştır.
Aslına bakarsanız bu oranlar, çok önemli sosyolojik
karşılıkları olan verilerdir. Kurum ve kuruluşlar bu önemli
sosyolojik gerçekliğe göre kendilerini yenileyememişlerdir.
Göç basit bir demografik değişiklik, karşılaşılan ekonomik
zorluklar ve üretim şekillerinin değişmesinden ibaret
g.rülmemelidir. Göç neticesinde insanların hayatlarında
meydana gelen bu değişim, çoğu zaman k.klü, hızlı, hayatın
hemen her alanında etkili ve dramatik bir değişimdir.
Göç olgusu sebep olduğu sosyokültürel değişikliklerle
birlikte değerlendirilmelidir. Söz konusu sosyokültürel değişim,
önlem alınmadığı, kontrol altında tutulmadığı takdirde,
kuşak çatışmalarına, değer erozyonuna ve manevi
çalkantılara sebep olabilmektedir. O hâlde göç sadece göç
eden bireyler ile değil millet varlığı ile ilgili, çok y.nlü ve
derinlemesine etkili bir süre. olarak g.rülmelidir.
Güvenlik endişesi ve ekonomik faktörler başlıca göç sebepleridir.
Örneğin en son PKK/KCK terör .rgütünün hendek
(çukur) siyaseti nedeniyle yaşadıkları yerden göç etmek zorunda
kalan insan sayısının yüz bini aştığı tahmin edilmektedir.
Yine yapılan araştırmalara göre her dört kişiden biri
yerleşim yerlerini yaşadığı ekonomik sıkıntılar nedeniyle
terk etmektedir. İç göç kendisini nüfusun kentsel alanlara
yığılması olarak göstermekte bu da kentlerde zaten var
olan ekonomik, sosyal ve kültürel problemlerin derinleşerek
artmasına sebebiyet vermektedir.
Kent hayatının gerektirdiği zorunluluklar, geniş ailenin
çekirdek aileye d.nüşümü, aile bireylerinin tamamının bir
ekonomik üretim çabasında olma zorunluluğu, sosyal denetim
mekanizmasının ortadan kalkması vb. etkenler ise
sosyal dokunun zayıflamasına ve dayanışmacı komşuluk
ilişkilerinin giderek yok olmasına sebep olmuştur. Sosyokültürel
değişimin zararlı işlevlerini görece azaltan “mahalle”
kültürü ise her geçen gün yerini bireysel konforun daha
fazla öncelendiği site tarzı hayat şekillerine terk etmektedir.
Aynı apartmanı paylaştıkları hâlde komşuluklarını paylaşamayan
insanlar var olmuştur.
Din ile sosyokültürel değişim olgusu arasında sıkı bir ilişki
vardır. Din, yeri geldiğinde sosyokültürel değişimlerin sebep
olacağı travmaları bertaraf etme görevini, yeri geldiğinde
ise bizzat sosyokültürel değişmenin motor gücü olma
misyonunu yürütecektir. İnsanların huzur, mutluluk ve refahı
için gönderilmiş olan dinin toplumda meydana gelen
k.klü değişiklikler karşısında donuk bir vaziyet alması, zamanın
ihtiyaçlarını görmezden gelmesi asla düşünülemez.
Bu gerçeklik İslam Hukukunda özel bir kural hâline gelmiş
ve “Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz.”
şeklinde ifade edilmiştir. (Mecelle, 39. Madde) Göç,
sanayileşme, kentleşme vb. modern süre.lerin yol açtığı sıkıntılar,
toplumsal yapının karşı karşıya kaldığı sosyokültürel
değişimler karşısında dinin değişmez ilkelerinden yola
çıkarak dini, hayatla iç içe kılmak ve güncellemek ise Türkiye’de
Diyanet ve ilahiyat camiasının görevleri arasındadır.
Göç öncesinde ve göç sürecinde bireylerin karşı karşıya
kaldıkları psikolojik yıkım, sosyokültürel değişikliklerin yol
açtığı güvensizlik duygusu ve ekonomik zorluklar bir araya
geldiğinde göç edenlerin ne derece manevi rehberlik ve danışmanlığa
ihtiyaç duyacakları aşikârdır. Başkanlığımızın
diğer devlet kurumları ve yeri geldiğinde STK’ler ile iş birliği
içerisinde mülteci ve sığınmacılara yönelik yürüttüğü
hizmetler gerçekten göz doldurmaktadır. Manevi rehberlik
ve dinî danışmanlık görevimizi toplumun bütün kesimlerine
yaygınlaştıracak şekilde daha da ileri g.türmenin yollarını
arayacağız.
Göç sonucu aile bireylerinin topluca iş hayatına atılmak
zorunda kalmaları ve ekonomik gereksinimler sonucu
kadının annelik rolünün zayıfladığı gözlemlenmektedir.
Bu durum sıcak aile ortamlarının ve aile içi huzurun zayıflamasına
ve gençlerin öz kimlik ve değerlerinden uzaklaşmalarına
neden olmuştur. Başkanlığımızın aile yapısını
gü.lendirmeye yönelik çalışmaları mülteci aileleri de kapsamına
alacak şekilde geliştirilmelidir.
Göç aynı zamanda kültürel bir erozyondur. Erozyon nasıl
toprağın en verimli tabakasını alıp g.türüyor ve toprağı çorak
bir hâlde bırakıyorsa, milletler en değerli bilim insanlarını
göç neticesinde kaybedebilirler. Ülkemiz en fazla beyin
g..ü veren ülkeler arasındadır. Özellikle 1960 ’lı ve 1970 ’li
yıllarda ülkemizden başta Almanya olmak üzere Avrupa
ülkelerine iş gücü olarak göç eden gurbetçilerin durumu
da ele alınması gereken diğer bir husustur. Bulundukları
ülkelerde Türkiye’nin etkin gücü hâline gelmiş gurbetçi vatandaşlarımız
kültürel değerlerini kaybetme ve yaşadıkları
topluma uyum sağlayamama gibi iki farklı açmazla karşı
karşıya kalmışlardır. Başkanlığımız ibadet yerlerinin temini,
dinî görevleri sağlıklı bir şekilde yerine getirebilmek için
dış şartların oluşturulması, kuşaklara dinî-kültürel değerlerin
eğitim yoluyla aktarılması gibi önemli görevleri Türkiye’den
seçerek gönderdiği din görevlileri, koordinat.rlük,
ataşelik ve müşavirlik hizmetleri ile deruhte etmektedir.
Son olarak g..ün sebep olduğu sorunlar ve sosyokültürel
değişimin olumsuz etkileri ile mücadelenin kurumlar arası
iş birliği ile daha da etkin kılınması gerektiğini ifade etmek
gerekiyor.